Zamanın donduğu yerdeyim...
Çabuk büyümeliyim...
Değişip değiştirmeliyim çevremdekileri de...
Umulmayanı yapıp şaşırtmalıyım...
Unutmalıyım...
İyi adam olma çabamı bırakmalıyım bir kez daha...
Son isteklerim bunlar hayattan şimdilik...
Karanlıktan gelen bir ses, gölgelerden yansıyan bir karanlık sadece buradaki, o kadar...
Çarşamba, Şubat 28, 2007
Pazar, Şubat 11, 2007
Horizon Always Keeps Comin...
Sabit durmaktan benim kadar sıkılan biri yoktur herhalde... Kabına sığamayan ruhumun bazen "yol... yol..." diye yakardığını duyabiliyorum... Her şeyi sırtımın baktığı yerde bırakmayı çok seviyorum bazen, tozu dumana katarak gözlerimin görebildiği kadar uzağa gitmeyi çok seviyorum... Bir gün öyle bir an gelicek ki tüm ilham vermeyen öğütleri geride bırakıcam motorumun sırtında... Ufuk çizgisi tek hedefim olucak gidebildiğim kadar uzağa...
Hadi bakalım Don Quixote! Sür Rosinante'yi de gidelim...
Hadi bakalım Don Quixote! Sür Rosinante'yi de gidelim...
Salı, Şubat 06, 2007
Anime Çılgınlığı
Uzaydan roketle fırlatıldığını sandığımız japonların bir başka icadı da anime dir sevgili okurcum... (bir başka icadı da derken aslında kullandığımız hemen her şeyin japonlar tarafından icad edilmiş olması teorisini de desteklemiyo değilim sevgili okurcuk-senin de japon olduğunu varsayıp küçültme efekti kullanıyorum) Anime kendine özgü çizim tarzıyla gönüllerimize taht kurmuş olan bir sanat dalıdır ya da bir başka açıdan sadece çizgi filmdir veya animasyondur ama çizgi film deyip bir kenara atamazsın öyle arkadaşım! Japon yapıyo lan onu bi kere atılır mı kenara? Watashiba Caaaanddyyyy!! diye bağıran salak sarışın kızdan tut Card Captor Sakura ya ordan Pokemon a Yu-Gi-Oh ya kadar bir çok anime görmüştür yurdum çocuğu,yurdum genci televizya insansısı... Ama aynen Matrix de olduğu gibi tüm bunlar televizyalarda gösterilen bir takım animelerdir... Yani "real world" adını verdiğim( yani matrix olduğunu düşünerek benzeştirdiğim yoksa Wachowski kardeşler vermiş zaten o adı filmi yaparken-sus! kopyacı,tacı,bacı,acı...) asıl animeler bambaşkadır bunlardan...Haa pokemon da yerine göre güzeldir sakura desen bazılar için o da candır(ya da kız olduğundan chan dır bilmiyorum...) ama bunlar bahsedeceklerim yanında ohooo hava gazı...(hava gazı?) Şimdi diyceksin ki şaşırmış okuyucu animein de iyisi kötüsü b.ku püsürü mü olur? Olmaz mı derim sana! Japon bile böyle çeşit çeşit ama adamlar bak ne kadar akıllı!! Her kesime hitap ediyor... Neyse komplo teorilerim de başka blogların konusu(o blogların adresleri yok burda hükümet bulmasın diye)... Ben
asıl konuya seğirttiriyorum inceden tamam efendi ol çarpıya götürme cursorı!!! Bahsedeceğim ilk anime F.M.A. nam-ı diğer Full Metal Alchemist! Arkadaşım nedir f.m.a.? Simya adını verdiğimiz bir bilim dalının vuku bulduğu bir dünyada geçen ve iki kardeşin öyküsünü anlatan çılgın bir animedir! Bu iki kardeş tüm simya yasalarını hiçe sayıp(en basic yasa law of equivalent trade=hiç bir şeyi yoktan var edemezsin ve elde etmek istediğin her şey için aynı değerde bir şey feda etmen gerekir...) ölen annelerini geri getirmeye çalışırlar... Dünyada anneleri kadar değerli feda edilebilecek bir şey olmadığını anladıklarında küçük kardeş Alphonse vücudunu büyük kardeş Edward ise bacağını yitirmiştir... Ed, Al'ın ruhunu dünyada tutmak onu bir zırha koyar ve bunun için de kolunu feda eder(ona neden full metal alchemist dendiğini hala merak etmiyorsunuz ya takılan kol ve bacaktan sonra?) İşte 51 chapter lık bu anime bu kardeşlerin vücutlarını geri alma çabasını anlatmaktadır...F.M.A. gerçekten efsane bir anime herkes izlemeli... Neden mi? Utanmadan neden dedin yani? Allah ım sen ıslah olamzsan okurcu!! Neyse... Bi kere FMA konu bakımından gerçekten başarılı Al ve Ed arasındaki kardeşlik bağı,diğer karakterler falan derken alıp götürüyor zaten... Öte yandan çizimleri de süper,konsept şahane(hayır vermiyolar para falan ya...) babamla amcama(en yakın arkadaşına) bile gereken dozlarda aşılıyorum damardan daha ne olsun okuyucu arkadaşım!! Direk izle diyorum o kadar!!

Bahsetmek istediğim 2. anime de Bleach! Bleach i de nasıl anlatsam ki sayın okurcu-san?Kurosaki Ichigo adlı güzide insan henüz 15 yaşında bir gençtir... Çok da sıradan bir şekilde çocukluğundan beri hayaletler falan görmeye de o kadar alışmıştır ki bir gün Rukia adlı Shinigami(ölüm tanrısı) ona gelip de aslansın sen kaplansın sen süpersin he-man gibisin sen de bi ruh gücü var burdan koysan katana yı karşıdaki kötü ruhlar yarılır gibi gaz verince hiç şaşırmaz bile...Rukia nın güçlerini alıp onu ölüm anında kurtarır ve kendisi de bir shinigami olur... Normal shinigami gücüyle 1 metre boylarında olan kılıç Ichigo nun elinde 2 metreye yakın efsane bir boyut alır bu bile ne kadar güçlü olduğunu vurgularcasına bizim gözümüze sokulmaktadır sayın okuyucu-kun... Ama rahatsız mıyız?HAYIR! Şikayetçi miyiz? HAYIR! Çünkü Bleach süper Bleach hasta Bleach efsane Bleach çılgın Bleach kallavi Bleach izle Bleach download et Bleach konuş katana al kes biç hayalet gör shinigami ol falan... Öhöm pardon kontrolümü yitirdim bir an okuyucu-sama...
İşte sayın okur bu ikisi süper kitleyici animeler ha bir de Naruto var ama ona hiç girmeyeyim hayatta çıkamayız o zaman burdan...Şu kadar söyliyim Naruto da süper ama... Eğer ben gavatım anlamam falan derseniz bu hafta en çok bölüm download yapan okuyucuya(evet sen tek okuyucu değilsin okuyucu-san yaa kandırdım seni...) kuzenin telefonunu vericem ayrıntılı bilgi alınsın diye...
Ya bu posta son verirken aklıma geldi bi de ben küçükken hasta olduğum Kaptan Tsubasa vardı... Onu ve Wakabayashi yi aldılar mı en sonunda japon milli takımına zira ben görmedim geçen dünya kupasında? Olsun yine de o günleri bile deli özledim okuyucu...



Bahsetmek istediğim 2. anime de Bleach! Bleach i de nasıl anlatsam ki sayın okurcu-san?Kurosaki Ichigo adlı güzide insan henüz 15 yaşında bir gençtir... Çok da sıradan bir şekilde çocukluğundan beri hayaletler falan görmeye de o kadar alışmıştır ki bir gün Rukia adlı Shinigami(ölüm tanrısı) ona gelip de aslansın sen kaplansın sen süpersin he-man gibisin sen de bi ruh gücü var burdan koysan katana yı karşıdaki kötü ruhlar yarılır gibi gaz verince hiç şaşırmaz bile...Rukia nın güçlerini alıp onu ölüm anında kurtarır ve kendisi de bir shinigami olur... Normal shinigami gücüyle 1 metre boylarında olan kılıç Ichigo nun elinde 2 metreye yakın efsane bir boyut alır bu bile ne kadar güçlü olduğunu vurgularcasına bizim gözümüze sokulmaktadır sayın okuyucu-kun... Ama rahatsız mıyız?HAYIR! Şikayetçi miyiz? HAYIR! Çünkü Bleach süper Bleach hasta Bleach efsane Bleach çılgın Bleach kallavi Bleach izle Bleach download et Bleach konuş katana al kes biç hayalet gör shinigami ol falan... Öhöm pardon kontrolümü yitirdim bir an okuyucu-sama...
İşte sayın okur bu ikisi süper kitleyici animeler ha bir de Naruto var ama ona hiç girmeyeyim hayatta çıkamayız o zaman burdan...Şu kadar söyliyim Naruto da süper ama... Eğer ben gavatım anlamam falan derseniz bu hafta en çok bölüm download yapan okuyucuya(evet sen tek okuyucu değilsin okuyucu-san yaa kandırdım seni...) kuzenin telefonunu vericem ayrıntılı bilgi alınsın diye...
Ya bu posta son verirken aklıma geldi bi de ben küçükken hasta olduğum Kaptan Tsubasa vardı... Onu ve Wakabayashi yi aldılar mı en sonunda japon milli takımına zira ben görmedim geçen dünya kupasında? Olsun yine de o günleri bile deli özledim okuyucu...

Pazar, Şubat 04, 2007
Hazırım...
Uyandım sabah... Ağzımdaki tükürük tadını bastırması için kahve tadıyla değiştirdim onu... Duş aldım... Suların vücudumu ıslatmasını izlerken arındım sanki buz gibi suyun altında... Çıktım ve aynada kendimi izledim bir süre. Aldım elime jileti sonra da sakallarımı tıraş ettim ve saçımı taradım...Sonra mı? Giyindim sıkıca... "Jilet gibi" derler ya tam öyleydim artık... Artık hazırdım. Durdum bir an için ama yok hayır durmanın zamanı değildi o an, gerçekten hazırdım -galiba- ... Yumruklarımı sıkıp çaktım kibriti... Yaktım her şeyi bir anda ortasında durup izledim... Yüzümdeki isi bir mendile sildim, mendilde tanıdık bir koku, şey gibi... İlk sevgilim gibi... Annem gibi... Neyse dedim ya durmanın zamanı değildi o an... Yola koyuldum alevlerin her şeyi yuttuğuna emin olduktan sonra. Ben dursam ayaklarım durmazdı, beynim, çok güvendiğim beynim bırakmazdı beni yarı yolda... Kontrolü kaybetmek mi?Hayır bu öyle bir şey değil kontrol tamamıyla bende... Aldım telefonu elime son aranan numarayı tuşladım bakmadan telefonu kulağıma götürüp cevabını bildiğim soruyu sordum... "Hazır mısın?" Cevabı neredeyse beklemeden kapattım telefonu ve fırlattım denize... Gittiğim yerde ona ihtiyacım olmayacak ki... Her şeyden sıyrılıp çıktım yola... Gerçekten hazırım... Galiba... Neyse durmayacağım...
Bugün kendimi kendi korkularımla tanıştırmıştım... Tanıştıklarına memnun oldular... İkisinden biri için dar bu şehir bir tanesini yaktım bıraktım kül ettim ben de ... Gittiğim yerde ona da ihtiyacım olmayacak... Ama hala düşünüyorum acaba hangisini yaktım? Neyse geçti artık vakit durmak vakti değil...
Jilet gibiydim yola çıkarken... Dik tutmaya alıştığım omuzlarımın üzerinde çok güvendiğim beynim, elimde içi silah dolu gitar çantası, deri mont... Evet çok sevdiğim bir filmdi bu belki de emin olamıyordum ama emin olduğum bir şey vardı... Saçlarım düzgündü... Silahlarım doluydu... Hazırdım yola... Galiba...
Bugün kendimi kendi korkularımla tanıştırmıştım... Tanıştıklarına memnun oldular... İkisinden biri için dar bu şehir bir tanesini yaktım bıraktım kül ettim ben de ... Gittiğim yerde ona da ihtiyacım olmayacak... Ama hala düşünüyorum acaba hangisini yaktım? Neyse geçti artık vakit durmak vakti değil...
Jilet gibiydim yola çıkarken... Dik tutmaya alıştığım omuzlarımın üzerinde çok güvendiğim beynim, elimde içi silah dolu gitar çantası, deri mont... Evet çok sevdiğim bir filmdi bu belki de emin olamıyordum ama emin olduğum bir şey vardı... Saçlarım düzgündü... Silahlarım doluydu... Hazırdım yola... Galiba...
Maximum Velocity
Hız...Hız nedir insan hayatında?? Hani "gençken çok hızlıydım..." falan derler ya ondan bahsediyorum tamamen... Nedir burda bahsi geçen hız? Minimal sürede maksimum kızı tavlamak falan mı gençken? Hani fırlama gençlik dönemi dediğimiz durumlar falan filan... Bence öyle değil...
v=x/t ise ve a=v/t ise benim çok güzel bi planım var hız ve ivme için... 13 yaşında ilk profesyonel basketbol lisansı, 16 yaşında lise mezuniyeti, daha 17yi sonlandıran yaş gününü görmeden üniversite 1.sınıf öğrenciliği,18 bitmeden tam ASME üyeliği, 21i devirmeden üniversite diploması üzerinde yazan güzel notlarla...25 bitmeden askerlik ve master...Daha sonra MBA falan filan Avrupa'nın çeşitli kentlerinde çalışmalar daha sonra 30lar bitmeden Avrupa'ya yerleşmek ve 40lar bitmeden tüm işleri bi yana bırakıp güzel bahçeli evde çocuklarla top oynamak... Hız budur... Evet,hızlıyım o yüzden durmayın önümde...
v=x/t ise ve a=v/t ise benim çok güzel bi planım var hız ve ivme için... 13 yaşında ilk profesyonel basketbol lisansı, 16 yaşında lise mezuniyeti, daha 17yi sonlandıran yaş gününü görmeden üniversite 1.sınıf öğrenciliği,18 bitmeden tam ASME üyeliği, 21i devirmeden üniversite diploması üzerinde yazan güzel notlarla...25 bitmeden askerlik ve master...Daha sonra MBA falan filan Avrupa'nın çeşitli kentlerinde çalışmalar daha sonra 30lar bitmeden Avrupa'ya yerleşmek ve 40lar bitmeden tüm işleri bi yana bırakıp güzel bahçeli evde çocuklarla top oynamak... Hız budur... Evet,hızlıyım o yüzden durmayın önümde...
Salı, Ocak 23, 2007
Time 'ter Leave...
Ah çabuk bitti İstanbul seyahatim... Daha doğrusu çabuk bitmedi de bana öyle geldi galiba... Bir kaç şey değiştirdim hayatımda şu geçen sayılı gün içerisinde... Çok sevdiğim bir dostum şöyle demişti bana son veda edişimizde: "bir odağın olsun hep, kafanda hep bir hayalin olsun ve gerçekleşene kadar durma çalışmak gerçekleştirmek için tek yolun,sakın durma..." Galiba burda o odağı buldum... aslında hep bir tane vardı kafamda mantık çerçevesi içinde kendime çizdiğim bir yol vardı ne bileyim işte "çalış kazan zengin ol"un bana uyarlanmışı... Ama belki de sorun onun henüz bana çok uzak olmasıydı,18ini bile henüz doldurmamış biri bazen birazcık da olsa yavaşlamalı bunu herkes kabul etsin...Ve evet hayatımın bu geçtiğim döneminde belki biraz olsun yavaşladım şimdi bakınca anlıyorum bunu... Durdum burdayken ve düşündüm; uzun vadede değil ama kısa vadede odağım ne benim?
Burda başka bir konuya girmek istiyorum(söz bağlıycam hepsini dur bi dakka)... İnsanların beni hep gördüğünde sorduğu şu;Kıbrıs nasıl? Cevabı vermek bu insanlara kolay çünkü istedikleri,bekledikleri cevap "iyi..."den ibaret. Ama şimdi cevabı vereyim burda... Kıbrıs bazı yönleriyle iyi gibi görünebilir örneğin alkol ucuz her şeyden uzaktasın falan filan ama ben her şeyden uzak olmak istemiyorum ki zaten oraya gelen çoğu insan artık ailesinden kurtulduğu için sevinir benim sevinmem için pek bi durum yok zaten bana pek karışan olmaz o kadar... O yüzden bütün o iyi gibi görünen yanlar kötü geliyor bana... Bir de şu var Magosa'ın küçüklüğünü İstanbul'a gelince daha çok anladım burda sokaklar insan kaynarken orası Meksika gibi oluyor ve ben insan görmeyi seviyorum...
Konuyu bağlıyorum şimdi uzattım belki de(bu benim blogum uzun bulduysan okuma bana ne) aynı dostum(yukarıda bahsi geçen) bana şöyle demişti aynı zamanda; "kıbrıs senin seçimin..." Evet,bu benim seçimimdi ve evet kendi seçimimden memnun değilsem telafisi kimin elinde? Evet doğru kişi;ben!
Ne diyordum?Kısa vadede odağım ne benim? İstediğim hayatı yaşamak zannedersem... İstediğim hayat için uğraşmalıyım başka bir şeyi çin değil...Hayatımı baştan değiştirip yola koymak için...
Elveda city of dreams,eyvallah kuzen tüm animeler ve misafirperverlik için ve eyvallah Ata ve Özgür Alper her şey için...
Burda başka bir konuya girmek istiyorum(söz bağlıycam hepsini dur bi dakka)... İnsanların beni hep gördüğünde sorduğu şu;Kıbrıs nasıl? Cevabı vermek bu insanlara kolay çünkü istedikleri,bekledikleri cevap "iyi..."den ibaret. Ama şimdi cevabı vereyim burda... Kıbrıs bazı yönleriyle iyi gibi görünebilir örneğin alkol ucuz her şeyden uzaktasın falan filan ama ben her şeyden uzak olmak istemiyorum ki zaten oraya gelen çoğu insan artık ailesinden kurtulduğu için sevinir benim sevinmem için pek bi durum yok zaten bana pek karışan olmaz o kadar... O yüzden bütün o iyi gibi görünen yanlar kötü geliyor bana... Bir de şu var Magosa'ın küçüklüğünü İstanbul'a gelince daha çok anladım burda sokaklar insan kaynarken orası Meksika gibi oluyor ve ben insan görmeyi seviyorum...
Konuyu bağlıyorum şimdi uzattım belki de(bu benim blogum uzun bulduysan okuma bana ne) aynı dostum(yukarıda bahsi geçen) bana şöyle demişti aynı zamanda; "kıbrıs senin seçimin..." Evet,bu benim seçimimdi ve evet kendi seçimimden memnun değilsem telafisi kimin elinde? Evet doğru kişi;ben!
Ne diyordum?Kısa vadede odağım ne benim? İstediğim hayatı yaşamak zannedersem... İstediğim hayat için uğraşmalıyım başka bir şeyi çin değil...Hayatımı baştan değiştirip yola koymak için...
Elveda city of dreams,eyvallah kuzen tüm animeler ve misafirperverlik için ve eyvallah Ata ve Özgür Alper her şey için...
Cumartesi, Ocak 20, 2007
"bilirsin pek inançlı biri değilimdir...
ama eğer oradaysan duy bunu...
gelmeden önce buraya çok günah işledim,
ve gittiğim yerde bir o kadar daha işleyeceğim...
eğer gerçekten oradaysan duy beni...
ve günahlarımı bağışla...
beni bir çocuğun masumiyetine geri döndür...
yalvarırım..."
ama eğer oradaysan duy bunu...
gelmeden önce buraya çok günah işledim,
ve gittiğim yerde bir o kadar daha işleyeceğim...
eğer gerçekten oradaysan duy beni...
ve günahlarımı bağışla...
beni bir çocuğun masumiyetine geri döndür...
yalvarırım..."
Perşembe, Aralık 21, 2006
...Tüm siz insanlar için birer mermi var tabancamda...
Gecenin soğuğunda yürüyorum... Sadece bir kaç aydır yaşadığım bu yabancı topraklarda yürüyorum... Saat gecenin bir saati, önemi yok ışığı görene kadar, dedim ya insomnia var bende, gözlerime kumlarını serpip bana uykuyu getiren kum adamın gece vardiyasında yer almıyorum... Burdan gidebilmeyi diliyorum, kafamın içinde bunları döndürüyorum... Zaman yolculuğunu düşlüyorum... Her şeyi baştan değiştirir miydim? Zannetmem. Hepsini kendim yapmadım mı sonuçta? Pişmanlık hiç bir zaman hayatımın bir parçası olmadı çünkü hiç bir zaman kaderci olmadım. Eğer yaptığın kötü şeylerden pişmanlık duyarsan ve zamanı değiştirmek istersen iyi şeyleri de değiştirmek istersin... Zamanı değiştirmek? Yapamayacağımı mı düşünüyorsunuz? Sizin yanılmaya başladığınız nokta tam burası, beni özel yapan bu... Siz bir şeyleri hep düşünüyorsunuz, hayallerle yanıp tutuşuyorsunuz, ben mi? Ben harekete geçmek için düşünmüyorum, sadece harekete geçiyorum. Mantıksız gibi gözükebilir, sorumsuzluk, düşüncesizlik belki?.. Ama ne demişti çok eski bir dostum bizim gibileri tarif etmek için? Hah! Ben hiç bir zaman mantıklı bir adam olmadım ki zaten!.. Sorun burda başlıyor,siz çok mantıklısınız, dedim ya, beni özel yapan da bu...
En başa dönersek; zamanı değiştirmek istemiyorum... Yalnızca yürümeye devam ediyorum... Sabah oluyor, yüzüme bir kaç damla su çarpıp derse gidiyorum... Doktorasını bile defalarca verememiş, karakter sorunları olan cüce bir çizim hocasının laflarını çekiyorum... Beni tüm sayısal derslerden nefret etmeye zorlayan o sarı sayfalara basılmış iğrenç kağıt kokulu sınav sorularıyla boğuşuyorum... Koşuşturma... Sen o çizimleri dik koy ve üzerine otur! O sınav sorularını da sadece yazabiliyorsunuz! Kimin çözdüğü hiç önemli değil! Dedim ya ; boş işlerle uğraşıyorsunuz! Tüm bunları geçtim taktığım küpeye, giydiğim giysiye, yediğim yemeğe, gezdiğim insanlara laf eden insanlar var bu dünyada! Kötü haber sizler için dostlarım, beş para etmiyorsunuz...
Tüm bunlar bittikten sonra odama dönüyorum eşyalar bi yerde, defterler kalemler her şey dağılmış... Beni dağınık olarak adlandırıyorsunuz... Sizin sorununuz, siz etrafı düzenlemek için uğraşıyorsunuz ben daha önemli şeylere konsantre oluyorum... Alıyorum elime kalemi bazen dünyanın en aptal eylemi olan ders çalışmak için... Gerçekten de ders çalışmak dünyada yapılabilecek en aptal eylemdir hiç bir yaratıcılık içermez, hiç bir ilerleme kaydettirmez... Sizin sorununuz, hiç biriniz yaratmak için uğraşmıyorsunuz , çalışıyorsunuz, ezberliyorsunuz, akıllı olduğunuzu düşünüyorsunuz... Ben düşünmüyorum,bunu kanıtlamak için bir şeylere çalışmıyorum, bir şeyleri ezberlemiyorum, ben biliyorum. Beni özel yapan da bu...
Gece yine yaklaşıyor; günün en sevdiğim zamanı... Şöyle bir bakıyorum da uyumuyorum hiç... Neden mi? Benim insomniama "hastalık" adını takan sizsiniz... Ne demişti Hayyam? "Kalk,uyuma! Uyumak için önümüzde sonsuzluk var..." Evet dönüp bakınca ben sizin sisteminizin her çarkını kırıyorum... Bize ders çalıştıran, bir şeylerden ders aldıran kurulu sistem değil mi? Uyutan, zamanda yolculuk yaptıramayan... Siz, cennetteki meleklerin hayaliyle,onlara kavuşmak için dualar ediyorsunuz, Tanrı'ya yakarıyorsunuz... Ben oralarda bir yerde beni bekleyen meleğimin varlığıyla huzur buluyorum... Beni özel yapan da bu...
Bunları egomu tatmin etmek ya da kendimi peygamber ilan etmek için yazmıyorum... Harekete geçmek için bir yol göstericiye, yukarıdan inen yazılı kurallara ihtiyacı olan sizlersiniz... Dedim ya ben harekete geçmek için hiç mi hiç düşünmüyorum...
Tüm siz insanlar için birer mermi var tabancamda ama ben tabancamı bir kenara fırlatıyorum, dedim ya daha önemli işlerim var benim... Gün yine ilk ışıklarıyla geliyor ve ben gözlerimi kapatıyorum, şimdiden bugün de karşılaşacağım, boş, bir yerlere gelmeye çalışan, hiç bir şeyi yaratamayan insanlar için bir hüzün, gerçeğin çoktan farkına varmış olanlar için de bir umut kaplıyor içimi... Ama zaten onları olabildiğince yakınlarımda bulunduruyorum...
En başa dönersek; zamanı değiştirmek istemiyorum... Yalnızca yürümeye devam ediyorum... Sabah oluyor, yüzüme bir kaç damla su çarpıp derse gidiyorum... Doktorasını bile defalarca verememiş, karakter sorunları olan cüce bir çizim hocasının laflarını çekiyorum... Beni tüm sayısal derslerden nefret etmeye zorlayan o sarı sayfalara basılmış iğrenç kağıt kokulu sınav sorularıyla boğuşuyorum... Koşuşturma... Sen o çizimleri dik koy ve üzerine otur! O sınav sorularını da sadece yazabiliyorsunuz! Kimin çözdüğü hiç önemli değil! Dedim ya ; boş işlerle uğraşıyorsunuz! Tüm bunları geçtim taktığım küpeye, giydiğim giysiye, yediğim yemeğe, gezdiğim insanlara laf eden insanlar var bu dünyada! Kötü haber sizler için dostlarım, beş para etmiyorsunuz...
Tüm bunlar bittikten sonra odama dönüyorum eşyalar bi yerde, defterler kalemler her şey dağılmış... Beni dağınık olarak adlandırıyorsunuz... Sizin sorununuz, siz etrafı düzenlemek için uğraşıyorsunuz ben daha önemli şeylere konsantre oluyorum... Alıyorum elime kalemi bazen dünyanın en aptal eylemi olan ders çalışmak için... Gerçekten de ders çalışmak dünyada yapılabilecek en aptal eylemdir hiç bir yaratıcılık içermez, hiç bir ilerleme kaydettirmez... Sizin sorununuz, hiç biriniz yaratmak için uğraşmıyorsunuz , çalışıyorsunuz, ezberliyorsunuz, akıllı olduğunuzu düşünüyorsunuz... Ben düşünmüyorum,bunu kanıtlamak için bir şeylere çalışmıyorum, bir şeyleri ezberlemiyorum, ben biliyorum. Beni özel yapan da bu...
Gece yine yaklaşıyor; günün en sevdiğim zamanı... Şöyle bir bakıyorum da uyumuyorum hiç... Neden mi? Benim insomniama "hastalık" adını takan sizsiniz... Ne demişti Hayyam? "Kalk,uyuma! Uyumak için önümüzde sonsuzluk var..." Evet dönüp bakınca ben sizin sisteminizin her çarkını kırıyorum... Bize ders çalıştıran, bir şeylerden ders aldıran kurulu sistem değil mi? Uyutan, zamanda yolculuk yaptıramayan... Siz, cennetteki meleklerin hayaliyle,onlara kavuşmak için dualar ediyorsunuz, Tanrı'ya yakarıyorsunuz... Ben oralarda bir yerde beni bekleyen meleğimin varlığıyla huzur buluyorum... Beni özel yapan da bu...
Bunları egomu tatmin etmek ya da kendimi peygamber ilan etmek için yazmıyorum... Harekete geçmek için bir yol göstericiye, yukarıdan inen yazılı kurallara ihtiyacı olan sizlersiniz... Dedim ya ben harekete geçmek için hiç mi hiç düşünmüyorum...
Tüm siz insanlar için birer mermi var tabancamda ama ben tabancamı bir kenara fırlatıyorum, dedim ya daha önemli işlerim var benim... Gün yine ilk ışıklarıyla geliyor ve ben gözlerimi kapatıyorum, şimdiden bugün de karşılaşacağım, boş, bir yerlere gelmeye çalışan, hiç bir şeyi yaratamayan insanlar için bir hüzün, gerçeğin çoktan farkına varmış olanlar için de bir umut kaplıyor içimi... Ama zaten onları olabildiğince yakınlarımda bulunduruyorum...
Pazar, Aralık 17, 2006
I will be waiting for you...
Final Fantasy VIII in açılış sahnesi fonda efsanevi "Liberi Fatali", ekranda Squall ve Rinoa gözükmektedir ve şu diyalog akmaya başlar...

...
-I will be waiting...
-Why?
-I will be waiting...For you... So,when you come back you will find me right here...
...
Burda Rinoa Squall a onu hep bekleyeceğini söyler (gerçi öküz Squall "neden bekliyosun?" diye sorar ama o bambaşka bi blogun konusu...). Kilometrelerin hiç bir önemi yoktur ve Rinoa ne olursa olsun ne kadar zaman geçerse geçsin hep bekleyecektir... (Squall ın öküzlüğünden dolayı beklenmemesi gereken bir karakter olduğu düşünülebilir ama aslına bakılacak olursa çok sağlam bi kişiliktir kendisi...) Gelgelelim asla kavuşamazlar ama olsun Rinoa hep beklemiştir...( kavuşamamalarında Squall ın öküzlüğünün hiç bir payı yok ama o da bambaşka bir blogun konusu...)
Aslolan da budur zaten... Beklemek ve sabretmek insanın taşıyabileceği en büyük erdemlerden biridir... Özellikle bir insan ölüme çok yaklaşmışsa ve son bir umutla karanlığa taşlar atıyorsa bir yerlerde beklendiğini bilmek onu Azrail'den korur...
Şimdi daha iyi anlıyorum Rinoa ve Squall ı(FF VIII i oynadığımda 11 yaşımdaydım şimdi anlamam çok doğal galiba)... Daha doğrusu Rinoa nın aşkının büyüklüğünü...


...
-I will be waiting...
-Why?
-I will be waiting...For you... So,when you come back you will find me right here...
...
Burda Rinoa Squall a onu hep bekleyeceğini söyler (gerçi öküz Squall "neden bekliyosun?" diye sorar ama o bambaşka bi blogun konusu...). Kilometrelerin hiç bir önemi yoktur ve Rinoa ne olursa olsun ne kadar zaman geçerse geçsin hep bekleyecektir... (Squall ın öküzlüğünden dolayı beklenmemesi gereken bir karakter olduğu düşünülebilir ama aslına bakılacak olursa çok sağlam bi kişiliktir kendisi...) Gelgelelim asla kavuşamazlar ama olsun Rinoa hep beklemiştir...( kavuşamamalarında Squall ın öküzlüğünün hiç bir payı yok ama o da bambaşka bir blogun konusu...)
Aslolan da budur zaten... Beklemek ve sabretmek insanın taşıyabileceği en büyük erdemlerden biridir... Özellikle bir insan ölüme çok yaklaşmışsa ve son bir umutla karanlığa taşlar atıyorsa bir yerlerde beklendiğini bilmek onu Azrail'den korur...
Şimdi daha iyi anlıyorum Rinoa ve Squall ı(FF VIII i oynadığımda 11 yaşımdaydım şimdi anlamam çok doğal galiba)... Daha doğrusu Rinoa nın aşkının büyüklüğünü...

Dedim ya bazen tek önemli olan cennette seni bekleyen bir meleğin olduğunu bilmektir...
Şunlarla ilgiliydi sanırım:
beklemek,
final fantasy
Physics For Engineers
Of saat 03.43 olmuş ve ben fizik çalışmaya çalışıyorum... Yani daha doğrusu yalan söyledim 134876. blog denememe hayat veriyorum... Aslında bunu yapmaya beni fizik zorladı... Kitabın adı Physics for Engineers ulen ne palavracı kitapsın be mühendisler için fizikmiş bi kere ben o dersi fizik ve matematik bölümlerinden elemanlarla alıyorum... Şimdi burda kitabın yazarı mı suçlu yoksa bunu bize okutan fizik bölümü başkanı mı?? Ya da belki Newton? Einstein? Hawking?? Yoksa şu an çalışmadığım ve bu yazıyı yazdığım için ben mi suçluyum? Yok hayır zannetmiyorum... Bi kere ben çok başarılı bi mühendis olacağıma inanıyorum ama mühendislikle ilgili tek dersim teknik çizim onda da salak cisimlerin salak çizimlerini yapıyorum... Ayrıca kitabın adı Physics for Engineers ama içinde yazanları ben lisedeyken görüyodum eh benim şimdi mimarlık okuyan arkadaşım var onun günahı ne? O niye gördü mühendis fiziğini? Yok arkadaş ya tek suçlu bu kitabın yazarıdır! Bilmemne Giancoli adamın adı... Bi kere sen mühendislikten gram anlamıyosun, kop gel İtalya'nın göbeğinden bi de hiç utanmadan mühendisler için fizik diye kitap yaz! Len yaksınlar seni be!!! Bi de sağda solda sayıyolardır bunu tanıyolardır poposunu kaldırıyorlardır, yazıklar olsun diyorum...
Şimdi de bu kitabı bana okutan arkadaşa bir kaç sözüm olacak... Bi kere o adam fizik profesörü ne işi olur mühendislikle sınıfa girdiğimde fizik bölümünden falan çocukları görünce fena kıllanmıştım zaten,pek haklıymışım... Şimdi "ne salaksın sen, onlar işin temeli" diyor olabilirsiniz(gerçi bu blogun bir ya da en fazla iki tane okuyucusu var,onları da pek bi seviyorum, olsun) ama söyleyeyim ben size temel falan tamamen yalan... Madem makine mühendisi olucaz ona göre temel alalım? Mühendisler için fizikmiş...Peh!...
Şimdi sistemi bu kadar eleştirdim de noldu? Newton başına düşen elmayı "allah'ın bir lütfu" kabul edip yeseydi her şey daha mı kolay olurdu zannediyorsunuz? Çok yanılmaktasınız, önümüzdeki dönem mühendisler için kimya var!.. Neyse bloga içimi kusup gidiyorum, azcık daha çalışayım belki yazarım tekrar...Ve tekrar hatırlatıyorum mühendisler için fizik diye bişey yok!
Şimdi de bu kitabı bana okutan arkadaşa bir kaç sözüm olacak... Bi kere o adam fizik profesörü ne işi olur mühendislikle sınıfa girdiğimde fizik bölümünden falan çocukları görünce fena kıllanmıştım zaten,pek haklıymışım... Şimdi "ne salaksın sen, onlar işin temeli" diyor olabilirsiniz(gerçi bu blogun bir ya da en fazla iki tane okuyucusu var,onları da pek bi seviyorum, olsun) ama söyleyeyim ben size temel falan tamamen yalan... Madem makine mühendisi olucaz ona göre temel alalım? Mühendisler için fizikmiş...Peh!...
Şimdi sistemi bu kadar eleştirdim de noldu? Newton başına düşen elmayı "allah'ın bir lütfu" kabul edip yeseydi her şey daha mı kolay olurdu zannediyorsunuz? Çok yanılmaktasınız, önümüzdeki dönem mühendisler için kimya var!.. Neyse bloga içimi kusup gidiyorum, azcık daha çalışayım belki yazarım tekrar...Ve tekrar hatırlatıyorum mühendisler için fizik diye bişey yok!
Cuma, Aralık 15, 2006
Haritalardan Gördüğüm Ülkemi Adım Adım Dolaşmak...
Rahmetli Ernesto Guevera henüz 24 yaşında bir tıp öğrencisiyken 29unda olan dostu Alberto Granada ile bir motorsiklet yolculuğu planlamıştır.Yolculuğun ana fikrini Ernesto "Che" Guevera şöyle tanımlamıştır; "Yıllar boyu kitaplardan tanıdığım ülkemi ve Güney Amerika kıtasını kendim tanımak istiyorum..." Yolculuk planları yapılır başlangıç Arjantin bitiş Venezuella, arada ikili tüm Güney Amerika ülkelerini Poderosa(Güçlü Ruh) II adını verdikleri eski motorun üzerinde geçecek ve yolculuğu tamamlayacaktır. Nitekim işler çok da planlandığı gibi gitmez. Poderosa II yarı yolda bozulur,otostop ve ayaklarıyla yola devam ederler, el Che nin doktor oluşunu kullanarak kalacak yer bulabildiklerinde kalırlar ya da yollarda yatarlar... "Gezgin Kimyager" Granada'nın 30. yaş gününde Venezuella'da sona ermesi planlanan yolculuk çok daha sonra Venezuella'dan çok daha geride biter... Ama bu yolculuk pek çok şeyi değiştirmiştir... el Che(Granada'nın ona verdiği adla "Fuser" -Fişek-) ve Granada (bir gazetede yazarken kendine taktığı ve Mi Alberto anlamına gelen adla Mial) kendi insanlarını tanıma fırsatı bulmuşlardır,sömürülen yerli halkın dertlerini dinlemişlerdir ve Fuser sosyalizm düşüncesini bu yolculukta benimsemiştir. Hala hayatta olan Mial o günleri hatırlarken gözleri yaşlanır...
Neyse kendi konuma geliyorum artık... Benim her türlü maceraya, ekşına, yolculuğa gelen bir kardeşim var bazı insanlar ona piç der ama ben genelde "kardeş" ya da "lan" falan derim... Biz bu zat-ı muhteremle motorları alıp kendi ülkemizi keşfe çıkmayı düşünüyoruz motor bulamazsak tren olur, o olmazsa otostop olur(hepsini yaptık daha önce biz...). İdeolojimiz Fuser ve Mial'le aynı... Tabi bu yolculuğumuz muhtemelen 4 sene sonra falan gerçekleşecek ama olsun... Daha önce de interrail ile Avrupa falan var... Bilbo Baggins'in de dediği gibi... "...Yol hiç bitmek bilmiyor..."
Neyse kendi konuma geliyorum artık... Benim her türlü maceraya, ekşına, yolculuğa gelen bir kardeşim var bazı insanlar ona piç der ama ben genelde "kardeş" ya da "lan" falan derim... Biz bu zat-ı muhteremle motorları alıp kendi ülkemizi keşfe çıkmayı düşünüyoruz motor bulamazsak tren olur, o olmazsa otostop olur(hepsini yaptık daha önce biz...). İdeolojimiz Fuser ve Mial'le aynı... Tabi bu yolculuğumuz muhtemelen 4 sene sonra falan gerçekleşecek ama olsun... Daha önce de interrail ile Avrupa falan var... Bilbo Baggins'in de dediği gibi... "...Yol hiç bitmek bilmiyor..."
Pis 7li

Pis 7li (+1) nedir?
Aslına bakacak olursak pis 7li(+1) yaklaşık 8 ila 16 gencin oluşturduğu bir yaşam tarzıdır... Bu isim onlara lisedeki hocaları tarafından verilmiştir(lisedeki hocalar bize sadece bunu verdiler zaten)... Bazılarının "serseri lise ekürisi" diye tanımladığı p7 hakkında çok fazla belge yoktur 60.yıl da bir efsane olarak adlarını duyurmuş bu insanlar 60.yıl a asla silinmeyecek izler bıraktılar ama yeni nesiller onları belki asla tanımayacak onlardan sonra gelenler onların icraatlarını kendi icraatları gibi anlatacak ama ne olursa olsun bu efsane asla kaybolmayacaktır...
Hayatlarını müdür yardımcılarının odalarında ve o rahat müdür yardımcısı koltuklarında geçirmiş olan bu komfor düşkünü insanlar
çok kıyak insanlardır aslında. Keyif için yaşamışlardır "dana ömer" kod adlı okul müdürünü canından bezdirmişlerdir... Adlarına yazılan disiplin cezaları için kullanılan kağıtlar bu zatlar üniversitelere dağıldıktan sonra geri dönüşüm için kullanılmış ve elde edilen gelirle Güzelbahçe daha güzel bir yer haline getirilmiştir.Ama elbette şu bir gerçektir ki p7 olmadan Güzelbahçe bir daha asla eskisi gibi olamayacaktır...
.jpg)
Pis 7li(+1) şimdi dağılmış gibi gözükse de eylemlerine devam ediyor farklı şehirlerden(ve hatta evet farklı ülkelerden-ben kıbrıs'tayım-),ve pis 7li efsanesi hala sürüyor...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)