Pazar, Ağustos 05, 2007

Bizi Kimse Kurtarmayacak

Hayatımda hiç hissetmediğim kadar yalnız hissediyorum kendimi bu günlerde... Sanki tüm seyirciler, oyuncular, yönetmen, herkes gitti de ben kaldım ışıkçının açık unuttuğu ışıkların altında... Bugün 10 Ağustos'tu... Geçen sene kaderlerimizin geri kalanını öğrendiğimiz gün... Bir saniyesi bile gözümün önünden gitmiyor, hiç gitmedi ki... Ben tüm gece uyuyamamıştım, Barış kırmızı koltuğumun üstünde yatıyordu odamda... O kadar korkmuştuk ki... Sakın yanlış anlamayın başarısızlık korkusundan değil! Biz hiç bir zaman korkmadık ki ondan, hep inandık kendimize... Korktuğumuz şey değişimdi, değişmekti, ütopyanın sona ermesiydi belki... Ve değiştik. Biz farkında olmasak da değiştik, büyüdük belki... Bugün cebimde 5 kuruş para yok, sonuncuları da içtiğim onca biraya verdim, oysa biz demedik mi biz oldukça para bitmiycek hiç bir zaman diye? Biz modern zaman dervişleri değil miydik? Oysa ki kapılarımızın eşiğinden öteye gidemedik... Yine yanlış anlaşılmasın, sitem değil bu, kızgınlık belki ama öyleyse bile Barış'a, benden başka kimsenin benimsemediği en yakın dostuma değil, birbirimize olan tüm pragmatist yaklaşımlarımıza rağmen hep orda olan kardeşime değil, hep orda olan, istesem de gitmeyen,"abi ortamı kurdum gel hadi" diyen adama değil benim kızgınlığım... Benim sinirim hayata belki, bu yalnızlığıma... Bugün 10 Ağustos'tu... Hayatlarımızın değişim yıldönümü... Ve ben bugün hiç bir dostumla birlikte değildim, hiç biriyle... Ve benim bir dostum birkaç gün içinde hayatını tekrar değiştiriyor, baştan hem de, en baştan! Çok uzaklara gidiyor arkasına bile bakmadan, belki arkasında yine benim temizleyeceğim bir bok bırakarak ama ben buna da razıyım... Çünkü belki de onun boynuna bile doğru düzgün sarılamayacağım...Öfkem buna işte, belki de kendime...

Bugün yine hayatımı bombok ettim bir kez daha yapayalnız bıraktım kendi kendimi ama açıp telefonu anlatacak bir tek kişi bile yoktu! Anladınız mı şimdi neden yalnız hissettiğimi... Telefonu kaldırınca şöyle aklıma bir anda gelen hiç bir numara yoktu... Karşıma alıp konuşacağım orta yaşlı bir adam yoktu, orta yaşlı bir kadın yoktu, sahnede yapayalnızdım... Tüm gün bunu düşündüm... 10 Ağustos... Ne kadar da ironik değil mi? Hayatlarımızı parçalayışımızın yıldönümünde tüm hayatım paramparçaydı...


Sokaklarda bomboş, içi boşaltılmış gibi yürürken de sürekli aynı şarkıyı dinleyip durdum...

"...Bu benim sokağımda meydana gelen bir araba kazası gibi,
Ayağımın dibinde kırılmış vücutlar
Ve yolda olan sirenler...
Ama çok geç kaldılar
Çünkü bizi kimse kurtarmayacak..."(*)

Bilmiyorum neden ama o kadar güzel giden dizeler ki ruh halimle, yalnızlığımla birlikte... Bana her saniye her dakika ne olduğumu hatırlatıyor... Hayatımı ne kadar da "istemediğim" şekilde geçirdiğimi anlatıyor... En azından Ağustos ayına kadar olan zamanı ilk kez bir yaz evde geçirdiğimi anlatıyor... Ve bunun suçlusu ben değilim galiba... Ama zaten kim suçlu ki? Kim üstüne alınır bu günlerde?.. Hayatım gerçekten de hiç istediğim gibi değil... Evde hapis, evin içindeki insanlara rağmen yalnız, etraftaki tüm arkadaşlara rağmen paramparça, eski hayatım için yalvarıyorum... İnsan yalnızca ölürken hayatı için yalvarmazmış demek ki...

Galiba yine bir sürü konuyu iç içe geçirdim... Özür dilerim... Umarım tam derdimi anlayan birileri çıkar... hiç bir şey anlamazsanız da saçmaladığım için tekrar özür dilerim... James'in Sirius'u vardı, Semih'in Murat'ı, Laurel'in Hardy'si vardı ve daha bir çok örnek... Ama ben şöyle bir düşününce, hayatımda aynı anlamı karşılamış olan biri sorusunu kendime sorunca bu kavramı beynimde bulamıyorum... Bu yüzden de bir kez daha kaldırıyorum kadehimi hiç tanışmadığım ve tanışıp da kaybettiğim dostlarıma! Şerefinize...

(*) Take It All Away-Cake