Salı, Mart 23, 2010

Dokunuş

Hava soğuk. Üşüyorum. Eldivenlerimin kapladığı ellerimle sardığım paslı tabancada ölümün kokusu var. Yürüyorum, her şey çok sessiz. Tüneller karanlık ve ben yürümeye devam ediyorum, kaskıma takılı fener ışığının aydınlığında. Korkuyorum, çok korkuyorum. Etraf hazırlıksız yakalayıp etimi yemeyi bekleyen binbir çeşit düşmanla dolu. Sadece yirmi yaşındayım ve elimde paslı bir tabanca var, korkuyorum. En ufak bir ses için tetikte beklerken karanlık bir tünelden duymayı en son bekleyeceğim seslerden biri geliyor. Bir çocuk ağlaması. Bunu göz ardı etmeyi düşünüyorum. Bu dünyada merhamet kalmadı. İki adım attıktan sonra kendime küfrediyorum, yere tükürüyorum ve pişman olacağımı bilerek o tünele giriyorum. Birkaç metre ileride bir ışık var, bu bir tuzak olabilir, silahımı biraz havaya kaldırıp yavaşça sese doğru yürüyorum.

Odaya girdiğimde karşımda etleri yenmiş, iç organları parçalanmış cesetler var. Kesif bir leş kokusu burnuma doluyor, artık buna alışmış olmam gerekirken ben yine de yüzümü buruşturuyorum. Cesetlerin görüntülerine dayanamıyorum. O anda onunla karşılaşıyorum. Sasha'yla. Yaşlı bir adamın cesedinin üzerine çökmüş ağlıyor bu tünellerde görmeyi umacağım son canlı, Sasha. "Amca" diyor, "ayağa kalk, kalk hadi... Buradan birlikte gideceğiz, bizi yemelerine izin vermeyeceğim..." Amcası cevap veremiyor. Karnında ve sol tarafında boydan boya bir yara var, midesi yere açılmış. Bakmak istemezken Sasha'nın umursamadığını fark ediyorum. Beni görünce irkiliyor, ben de ona bakıyorum. Henüz bu ülkenin lanetli kışını 8 kere bile görmemiş bir çocuk o. Uzun süredir içimde dokunmadığım bir yerden bir ses yükseliyor, onu bastırıyorum. Gözlerini dikip bana bakıyor Sasha, "Annem yabancılarla asla konuşmamamı söyledi ama amcam uyanmıyor, bir silahın varsa beni buradan götürür müsün?" diyor. Sözleri o kadar ağır ki. Ağırlıkları korkusuzluğundan kaynaklanıyor. Çok cesur olduğundan değil. Bir çocuk olduğundan. Onu daha iyi görebilmek için gaz maskemi çıkarıyorum. Başımı sallıyorum yavaşça, Sasha omuzlarıma tırmanıyor ve bağırıyor, "Bensiz asla buradan çıkamazdın zaten, sen ateş et, ben arkamızı kollarım..." Yüzümdeki gülümsemeyi bir aynanın karşısında görebilmek isterdim ama Sasha varken ısınmak için buna ihtiyacım yok. Omuzlarıma yerleştiğinden emin olunca son kez odadakilerin ruhlarının artık burada olmadığı için şükredip, yoluma devam ediyorum.
Yolumuz bizi tünellerin derinlerine götürüyor. Mümkün olan ilk güvenli bölgeye götürmek istiyorum çocuğu. Konuşmaktan hiç sıkılmıyor Sasha. Bu savaş bizi etkilememiş gibi, Sasha sanki benim zamanımdaki çocukların oynadığı oyunları hep oynuyormuş gibi konuşuyor. Bana gün ışığını hatırlatıyor ağzından çıkan sözler. Yalnızlığımızı hatırlatıyor. O anda geçtiğimiz tünelin üzerindeki yarıktan bir parça gün ışığı sızıyor içeriye. Yıllardır nadiren gördüğümüz o huzme üzerimize düşüp bizi aydınlatıyor. Kulaklarıma fısıldıyor Sasha; "Tanrım... Gün ışığı... Bunu arkadaşlarıma anlattığımda ünlü olacağım..." Üşüyen yanağım ıslanıyor, elimi götürüp gözyaşımı silmek istemiyorum. Lanet ediyorum savaşa. Sasha'nın bu anını bozmak istemiyorum. Ağzımı bile açmıyorum. Yalnızca silahımı daha da sıkı tutuyorum, gözlerimi açıyorum. Sesler artıyor...

Birkaç yüz metre daha yürüdükten sonra Sasha annesine kavuşuyor, kaçıp güvenli bölgelerine sığınanların yanında onu annesine teslim ediyorum. Annesi bana bir şarjör mermi uzatıyor. Başka ne sunabilirdi ki böyle bir dünyada? Sahip olduğu en önemli varlığı da bana veriyor. Bunu kabul etmiyorum. Ona o kadar çok anlatmak isterdim ki bana verebileceği daha önemli bir şey olamayacağını... Ağzımı bile açmadan son kez çocuğun başını okşayıp devam ediyorum yoluma, savaşı savaşmaya ve yapabileceğim tek şeyi yapmaya.

Aklımın içinde çocuğa dokunuyorum. Biz seninle aynıyız Sasha. Savaş alanında cesetlerin soğuğunda bırakılmış, gün ışığının hayaliyle yaşatılmış ve savaşın kokusunu derince içimize çekmişiz biz. Gözlerimden yaşlar geliyor. Biz seninle aynıyız Sasha. Sadece sen daha korkusuzsun, sen daha ihtişamlısın, benim arkamı kollamayı teklif ediyorsun. Biz seninle aynıyız, yalnızca sen kafanı kaldırıp gün ışığına bakmaya cesaret ediyorsun. Biz seninle aynıyız, yalnızca ben dizginlenemez bir öfkeyle yoluma devam ederken, sen umutla bekliyorsun güneşin bile doğarak getirmeyeceği bir yarını. Biz seninle aynıyız...


Cumartesi, Mart 06, 2010

Fed Up

"I'm so fed up of all these moody,serious gangster-like, philosophy-pretending books. I'd just like to read something old fashioned, cheerful and set in a world with blue skies..." (*)

(*) Gary of Clover: A Curious Tale

Isn't he so right?

Cuma, Mart 05, 2010

The Saints Are Coming

When I raise my flashing sword, and my hand takes hold on judgment, I will take vengeance upon mine enemies, and I will repay those who haze me. Oh, Lord, raise me to Thy right hand and count me among Thy saints.

Now you will receive us.
We do not ask for your poor, or your hungry.
We do not want your tired and sick.
It is your corrupt we claim.
It is your evil that will be sought by us.
With every breath we shall hunt them down.
Each day, we will spill their blood till it rains down from the skies.
Do not kill, do not rape, do not steal, these are principles which every man of every faith can embrace.
These are not polite suggestions, these are codes of behavior and those of you that ignore them will pay the dearest cost.
There are varying degrees of evil, we urge you lesser forms of filth not to push the bounds and cross over, into true corruption, into our domain.
For if you do, one day you will look behind you and you will see us. And on that day, you will reap it.
And we will send you to whatever god you wish.

And shepherds we shall be, for Thee, my Lord, for Thee. Power hath descended forth from Thy hand, that our feet may swiftly carry out Thy command. So we shall flow a river forth to Thee, and teeming with souls shall it ever be.


(*No matter how facial expression changes with age, some things stay the same...)