Salı, Ağustos 07, 2012

Son

Merhaba.

Bu blogdan yaptığım son yayına hoş geldiniz. Bu, önemli bir an.

Ve hayır, intihar etmeyeceğim. Tam aksini yapacağım.

Geçmişe dönüp bakıyorum, neredeyse tam 6 yıldır buraya yazdım. Ergendim,yazdım. Ergenlik yaşımda olmasam da ergendim, yazdım. Canım sıkıldı, yazdım. Neşeliydim, yazdım. Sevgilim terk etti, yazdım. Heyecanlandım, yazdım. Neşelendim, yazdım. Saçma şeylerle ilgili yazdım, güzel şeylerle ilgili yazdım, yazdığım şeyleri arakladılar mutlu oldum demek ki beğenmişler diye, yine yazdım. Şimdi hiçbiri önemli değil. Tek önemli olan, bu yazının son olmasının sebebi şu; bir dönem bitti. Gerçekten şaşırtıcı ama bitti. Hayır, öğrencilikten de söz etmiyorum. Sanırım biraz baştan almam gerekecek.

Öncelikle şunu söylemeliyim; manyetik levitasyon prensibiyle çalışan ölçekli bir taşıma aracı ya da başka bir deyişle uçan bir treni dizayn ve inşa ettim. Evet mütevazi olduğum kısım bu kadardı, teşekkürler. Tam 3 ayımızı aldı bunu yapmak ama hayatımın en eğlenceli 3 aylarından biriydi. En sonunda "tren" pistin üzerinde havada asılı durur ve ileri gitmek için motorlarını çalıştıracak olan komutumuzu beklerken çocuklarla birbirimize sarılışımızı hatırlıyorum. Buna paha biçemezsiniz. Her neyse. Projeyi bitirdik, eh, projenin sayesinde okulu da bitirdik. Mezuniyet de efsaneviydi. Hayatımda en sarhoş ve kendimi bilmez olduğum beş geceden bir tanesi olabilir. Sırtımda patlayan şampanyalar, diplomamı almak için sahneye çıkınca yürüyemeyecek kadar sarhoş olup dekanı zar zor bulmam, Efe'nin kepini daha atmadan kaybetmesi, mezuniyet resmi çekilen iletişim öğrencilerinin çektiği tüm karelerde sarhoş makina mühendisliği öğrencilerinin poz vermesi... Efsaneydi.

Daha sonra İzmir'e döndüm. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bilmediğim bir nedenden ötürü bu şehirden tiksiniyorum, aynı zamanda seviyorum da. Bu tarif edemeyeceğim bir şey. Her neyse. Babamla olan anlaşmamıza sadık kaldım ve diplomamı aldığım günden sonra beş kuruş para istemedim bir kez daha. Birikimlerim falan filan beni bir süre idare edecek gibiydi ama ben de panikten çatlayacak gibiydim. Cebinizdeki paranın ışık hızıyla tükeniyor olması sizi bir tür paniğe sokuyor, gerçekten. Ben iş arıyorken tren projemizi supervise eden hocamız Asif, Çin'e, Dalian University of Technology'e gitti. Ardından Efe'yi ve beni yanına çağırdı. Asif'in sizinle tekrar çalışmak istiyorum, gelin yanımda master yapın konulu konuşmasını ilk kez okuduğumuz anı da hatırlıyorum. Diploma falan hikaye, birilerinin yaptığınız işi takdir etmesi ve size "gel moruk, tekrar beraber çalışalım" demesi içinizde volkanlar patlatıyor. Çin hükümetinin tüm masraflarımızı (okul ücretimiz, yurt kiramız, harçlığımız, kitaplarımız, vs.) karşılayacağı bir burs için bize referans oldu ve voila; eğer istersek Çin'e gidebiliyorduk. Bu gerçekten köklü bir plan değişikliğiydi hayatımızda. Bir yıl ertelemeye karar verdik. Şu an hala önümüzdeki Eylül ayında Efe ve ben 4 sene daha oda arkadaşı olup bu kez Çin gibi bir yerde her şeyin bokunu çıkartmak üzere bir araya gelebiliriz. Ama durun, hepsi bu kadar değil.

Hala daha acil paraya ihtiyacım vardı ve denize düşenin yılana sarılması prensibinden yola çıkarak bulduğum tüm yılanları deniyordum. Dayımın gel aile şirketi senin yerin oğlum teklifini reddettim ve bunun için çok geçerli sebeplerim var ama bunlarla canınızı sıkmayacağım. Bulduğum işte çalışmaya başladım. Benim teknik çizimlerden ve üretim departmanından sorumlu olacağımı söyleyen bir elektronik sistemler üreticisi şirketti burası. İş görüşmesini yaptığım anı hayatım boyunca unutmayacağım. İlk iş görüşmem olduğundan değil, en iyi iş görüşmem olduğundan değil. Kendimi en çaresiz hissettiğim an olduğu için sanırım. Patronla aramızda geçen görüşme şu şekildeydi,
-İngilizceniz nasıl Cenk bey?
-Anadilim gibi.
-Okulu da iyi bir dereceyle bitirmişsiniz.
-Bence çok iyi olmasa da iyi evet.
-İyi iyi. Solidworks biliyor musunuz?
-Windows kadar rahat kullanabilirim.
-Tamam pazartesi başlayın o zaman. Maaş ne düşünüyorsunuz?
-1200 lira ve üzeri istiyorum.
-Ahahahahah ilk iki ay asgari veririm. Sonra biraz arttırırız. İlahi Cenk bey.
-Asgari ücret ne kadar ki?
-Aahahhahah.

İşte bu çok kilit bir an, çok önemli. Tam bu anda aklıma ilk gelen şey babam, deniz ve yılanlardı. Bir yandan adama "işinizi götünüze sokun beyefendi. ben bu şirketin neredeyse 4 katı büyüklüğünde bir şirketin sahibi sayılırım, makina mühendisiyim, aklınıza gelemeyecek şeylerle uğraştım ve asgari ücreti mühendislikle hiç alakam olmadan evden çalışarak da kazanabiliyorum" demek için yanıp tutuşuyordum ama öte yandan aklıma babamla yaptığım anlaşma ve hızla tükenmekte olan banka hesabım geldi. Adamın elini sıktım, pazartesi görüşeceğimizi söyledim ve gidip sakallarımı tıraş ettim.

İlk başlarda çok sıkıcıydı her şey, bir süre sonra sanırım biraz bana gaz vermek biraz da bu paraya bu herifi bulmuşuz daya sorumluluğu mantığıyla beni üretim müdürü yapıp al sen bu adamlardan sorumlusun dediler. Tam bu sıralarda hayatımda başıma gelen en efsane en muhteşem şeylerden birisi başıma geldi. Evet, Çin'de bedavaya 4 yıl yaşayıp plazma sistemleriyle repulsor deneyleri yapmaktan bile iyi olabilir. Bunu kısaca özetleyerek rezil etmeyeceğim. Adam gibi anlatacağım.


Boktan işimde çalışıp akşamları Yasin'in salonundaki kanepeye gelip kıvrıldığım günlerdi (gerçi an itibariyle hala o günlerin içindeyiz). Mert diye tasarımcı bir çocuk vardı, Murat'ın arkadaşı. Eskiden beri tanıdığım, benim yanımda bile dev olan bir adam. Oturmuş çay içiyorduk. "Ben İstanbul'a taşınıyorum" dedi. Neden diye sorduk. "TT Choppers'da işe başlıyorum" dedi. Bilmeyenler için bilgi vermem gerekirse; TT Custom Choppers Türkiye'nin Orange County Choppers'ıdır. Tek Türk motorsiklet markasıdır ve sadece yüksek gelirli kesim için uçuk fiyatlı ama uçuk performanslı/tasarımlı motorsikletler üretirler. Tabi ki buna çok sevindik, adamı tebrik ettik. Bir bayram havaları. Adamın çalışmaya başlayacağı şirketin yaptığı iş bir noktada  makina mühendisliği işine girme sebebimdi. Ben O.C.C.'yi Discovery'de izleyerek büyüdüm ve motorsikletleri kadınlar kadar severim. Açıkça söylemem gerekirse o an Mert'i kıskandım. Hayal gibiydi yapacağı şey. O anda bana döndü ve şu büyülü cümleyi kurdu;

"Abi adamlar makina mühendisi arıyorlar aslında üretimi denetlemesi için, proje geliştirmek için öyle teknik bir yapıya sahip adam lazım aslında, bir yollasana CV'yi."

Bu noktada durdum. İstanbul'da hiçbir şirkete başvurmamıştım. Tüm planlarım aptal işlerde çalışıp askere gidip gelmek ve sonra da Çin'e taşınmaktı. İstanbul hayli gözümü korkutuyordu. Yaşamak, para, bilmemne. Cesaretsizlik. Öte yandan çalıştığım yerde her geçen gün köreliyordum ve zaten halihazırda bin tane şirkete CV mi yollamıştım bir tane daha mail atmakla başıma ne gelirdi ki? Maili yolladım.

İki saat sonra telefonum çaldı. Telefondaki hanımefendi geç bir saatte aradığı için özür diledi, iş başvurunuz için arıyorum dedi ve haftasonu görüşmeye gelip gelemeyeceğimi sordu. O anı daha sonradan hatırlamak (sanki unutacakmışım gibi) ve tarif edebilmek için defterimi çıkarıp ne hissettiğimi birebir olarak not aldım. Karşıyaka iskelesindeydim, vapuru bekliyordum, o gece Yasin'in kanepesinde kıvrılmayacaktım ama artık hiçbiri o kadar da önemli değildi, walkman'de 'My Way' çalıyordu (bu çok manidardı) ve ben gülümsememe hakim olamıyordum. Ağzımı düz hale getiremiyordum, insanlar aptal aptal suratıma bakıyorlardı ve ben de onlara gülümsüyordum. İşe kabul edilmek önemli değildi, reddedilme korkumun yerinde yeller esiyordu. İlk kez bu kadar net bir dönüş almıştım ve bu iş hayalimdeki şeydi. Bütün gün saçma bir ofiste oturup aptal şeyleri denetlemek değildi. İşin içinde motorsikletler vardı, 5 yaşındaki halimin kurduğu hayaller vardı ve ben görüşmeye gidecektim. Cebimde beş kuruş para yoktu, ama gidecektim. Gittim.

Aslına bakarsanız ilk görüşme pek de cesaret verici değildi.

Genel hatlarıyla işten bahsettik, benim hedeflerimden bahsettik, adamların istediklerinden. Konuşma tam bir "biz sizi arayacağız Cenk bey" diye sonlanacak konuşmalar listesindeki ilk yere doğru ilerliyordu ama o anda yine garip bir şey oldu. Bu iş görüşmemdeki konuşmayı da aktaracağım anlatmak için;

-Bir portfolionuz var mı Cenk bey?
-Portfolio?
-Ya bizim patronumuz biraz değişik bir adamdır. Tasarımcı gibi mühendislerden de portfolio görmek istiyor, ne yaptığınızı bilmek istiyor bugüne kadar. Projeleriniz falan varsa ve yollarsanız yardımcı olur patronumuza sizi göstermemiz açısından.
-Proje diyorsunuz?
-Evet.
-Projenin kralı var.
-Haha, gerçekten mi?
-Evet, İzmir'e döner dönmez yollayabilirim.

Gerçekten de elimde projenin kralı vardı ve bizim küçük trenimiz ikinci kez bir halta yarayacaktı. Oysa ki onun yalnızca kızlara "ben uçan tren yaptım" diye anlatacağımız havalı bir şey olduğunu düşünmüştük ilk başta. Eve döner dönmez projemi yolladım ve birkaç hafta içinde İstanbul'a geri çağırıldım, ikinci kez görüştük. Tekrar açık konuşmam gerekirse hiç umutlu değildim, yavaşça yılıyordum, daha önce de belirttiğim gibi gittikçe köreliyordum ve aradan geçen süre de hiç yardımcı olmamıştı. İstanbul'a yine beş parasız ve 14 saatlik rötarlı bir araba yolculuğunun sonunda gelmiştim. Şirketin olduğu yere vardığımda vücudumdaki her kemik sızlıyordu, leş gibi terliydim, bitkindim ama aklımda tek bir düşünce vardı, Apollo Creed maçına çıkan Rocky gibi; "başladığım işi bitireceğim". Evet, sonucu ne olursa olsun, boşu boşuna da oraya gitmiş olsam, sadece basit bir red duymak için de olsa buraya gelmiş olmaktan mutluydum. Son raundu görmeden, son zili duymadan yere düşmeye ya da havlu atmaya niyetim yoktu. Kafamın içinde bunlar dönüp dururken bana cennet gibi gelen o şirketin kapılarından içeriye ikinci kez adım attım. Daha önce görüştüğüm hanımefendiyi buldum ve "merhaba ben geldim" dedim. "Patronumuz yine yok, durun bir telefon açayım" dedi. Sabrım ve cesaretim tükeniyordu. Telefon açtı. Uzunca bir süre hmhm hmhm hmhm hmhm hmhm hmhm şeklinde konuştu, telefonu kapattı ve bana döndü.

"Cenk bey, patronumuz yemekteymiş ve geç gelecekmiş, yine sizinle görüşemeyecek" dedi.

Tekrar ağzını açana kadar geçen yarım saniyelik nefes alma süresinde tüm evrene küfür ettim. Bir kez daha beni görüşme için çağırırlarsa bunu tekrar organize edecek kadar kaynağım veya şansım yoktu. Tam beziyor ve son derece cayıyorken kadın konuşmaya devam etti;

"O yüzden sizden özür diliyor ve maaş, sigorta, çalışma saatleri gibi bilgileri size benim aktarmamı rica etti."

Duyduğum şey aklımın yarattığı bir ilüzyon, sanrı olabilirdi ya da yorgunluktan bayılmış olabilirdim. Bunları tekrarlattırdım, sundukları şartlar mükemmeldi benim vaziyetimde biri için. İki hafta içinde gelebileceğimi ve başlayabileceğimi söyledim, kapılarının sonuna kadar bana açık olduğunu söyledi. Şirketi bana gezdirdi, yapacağım işi üstünkörü anlattı, rüya gibiydi diye klişe bir tanımlamayı yapmam için her şey uygundu. Oradan çıktığımda tap dance yapabilirdim ama bunun için fazla yorgundum. İçimi boşaltmışlardı sanki. İzmir'e nasıl döndüm, kaç saat yolculuk ettim hiçbirini çok net hatırlamıyorum.

Şu anda o bahsettiğim iki haftalık sürecin son 5 gününe giriyoruz. Heyecanlı olduğumu söylememe gerek yok sanırım.

İstanbul'a taşınıyorum. Hatırlıyorum da 5 yıl önce bunun hayalini kurardım. Ama bu şekilde olacağını hayal bile edemezdim. Şu konuda çok netim; bundan 6 ay önce birileri gelip biz internetten TT'nin yaptığı motorlara hayran hayran bakarken "bu adamlar seni işe alacak" deseydi "siktir git başkasıyla dalga geç" derdim. Hayat ne garip, bazen uçan bir tren yapmanız gerçekten işe yarayabiliyor (evet bununla hep bu şekilde gurur duyacağım ve bu yazıda birkaç kez daha vurgulayabilirim yazının seyrine göre).

Şu anda işteyim, çalışıyorum ama işten fazlasıyla kopmuş durumdayım ister istemez ama yapabileceğim çok da bir şey yok, bırakmaya hazırlanıyorum.

TT işi ve birkaç tane daha farklı gelişmeyle hayatımdaki bir dönem sona ermiş oldu. Garip geliyor biliyorum bana bile garip geliyor ama bir sabah kalktım ve o anda hayatımdaki her şey yolundaydı. Aile, kadınlar, iş,  her bir şey, aynı anda. Bu 7 yıldan beri ilk kez hissettiğim bir şeydi. Kontrol altında tutmaya uğraştığım hiçbir faktör alarm vermiyordu, mutluydum. O anda anladım ki 7 yıldır içinde bulunduğum, dönüp durduğum şey sona ermişti. Yeni bir hayata başlayacaktım. Heyecanlandım ve başım döndü. Yedi yıl ışıkları kapatıp en sonunda bir anda açmayı deneyin, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. O an artık çocukluğuyla beni canımdan bezdirmiş ve aklımdan çıkmayan eski sevgililerim aklımda yoktu, ilham vermeyen öğütler hayatımda yoktu, acınası yaşam tarzı yoktu. Tek kelime;

Mutluydum.

Mutluyum.

Bir sabah yanımda yatarken güzel kadın şöyle dedi;
"10 gün sonra beni bir daha göremeyeceksin, Paris'e taşınacağım. Hem sonra belki TT' de seni beğenmeyecek, bir ayın sonunda işten kovacaklar, istemeyecekler. İzmir'e dönmek zorunda kalacaksın. Askere gideceksin belki. Ya da şu anda o nefret ettiğin işte çalışacaksın yine asgari ücretle. Hatta o adamlar bile seni geri almayacak. Çin'e de gidemeyebilirsin. Tüm bunlar olursa ne yapacaksın?"

Düşündüm. Hayatımda ilk defa cevabı buldum. Gerçekten de ilk defa böyle bir soru için doğru çözümü ürettim kafamda. Aslında en başından beri yaptığım şeydi bu ama formülize etmem zaman almıştı. Tam 7 yılımı almıştı hatta. Aklıma Ecem'in beni terk ederken "şimdi ben gidiyorum ya derslerin falan da çok kötü olacak değil mi?" deyişi geldi. Ecem'in beni terk ettiği dönem ortalamam 3.55 olmuştu, akademik tarihimde ilk kez high honour olmuştum. Sonuç olarak cevabı buldum. Gülümsedim.

"Eğer tüm bu dediklerin olursa tekrar bu kadar mutlu olmak için bir plan yapacağım ve tekrar her şeyi yoluna koyacağım. Bu şekilde olmazsa başka bir şekilde, yine yanılır ve hataya düşersem yine başka bir şekilde sürekli tekrar planlayıp deneyeceğim ve tekrar yapacağım."

Uzun süredir ilk kez özsaygım ve özgüvenim onları gömdüğüm yerden dışarı çıkıyorlardı. Mutluydum. Tekrar gülümsedim. Yüzüme taktığım maskeden değil, gerçek gülümsememden bahsediyorum.

İşte bu yüzden bu yazı bu blogun yaptığı son yayın, çünkü öyle olması gerekiyor. Bu, önemli bir an.

Bugüne kadar hep okuduysanız, hepinize teşekkürler. Ara sıra okuduysanız, onun için de teşekkürler. İlk kez okuyor ve 6 yıllık gündüz düşlerim, serzenişlerim, sancılarım, sanrılarım, mutlu olduğum anlar ya da herhangi bir şey üzerinde herhangi bir saçmalamamı dinlemek isterseniz size güzel şeyler anlatabilirim, aşağı doğru buyurun.

Eğer başka bir blogda başka bir şeyler yazmaya karar verirsem -ki vereceğimdir muhtemelen- linkini buraya yazarım.


Bitti.

-C. ya da genelde attığı imzasıyla; Ace.


Cenk'in Sonsuz Sayılı Günleri

tophane'de bir evde uyandı tayyar ahmet,
yanında meçhul abla; garabet mi garabet
dayadı ağzını musluğa,
yabancıyım buraya bu kusmuğa dedi.
kuyuya düşmüş it gibi; telaşlı aptal bitkinim.
ama yine gelir beni bulur bu kafa.
moruk,yok böyle bir sinema.

çıktı hatunu uyandırmadan şekilli otomat yandı basmadan!

bak bu asansör türk.
dur'a bas kalalım arada derede arada...
inecem ben burda.

vurdu yola tayyar ahmet,
kırdı dümeni beyoğlu'na.
tekimiz bok hepimiz çok diye selam verdi elin oğluna.
yolda burda bi yerde aklı rakıda ciğerde.
cuma günü içmez ama daha ilerde illallah.

Pazar, Haziran 17, 2012

Smile

"Smile" I repeated to myself over and over again; "smile, because heroes smile when they face certain defeat, even death, heroes smile and you're a hero; you're the hero."

Çarşamba, Haziran 06, 2012

A New Dawn

16 yaşımı bitirmeden başladığım üniversiteyi yarın, 22 mi bitirmeden tamamlıyorum. Arada zontalık yapıp iki yıl uzatmış olsam da Second Class Honor's Degree ile mezun oluyor olmak kendimi Tony Stark gibi hissetmemi sağlıyor.

Salı, Haziran 05, 2012

Tabi ki Hayal Ürünüyüm

Hey, merhaba. Süper bir işim var ve hayatımın kadınıyla evlendim. Bir sahilin kenarında, çok şirin bir kulübede onunla yaşıyorum, hayatımdan çok memnunum, çocuklarım falan var. Daha önce bir savaşta bulunmuş olmamın da bir önemi yok. Yine de belirtmeliyim ki; aynı savaşta bir kardeşimi kaybettim ve onun intikamını aldım.
Yakışıklı olduğumu söylemeliyim, yüzümdeki yaralara rağmen, başarılıyım da aynı zamanda. 
Bu arada, bir büyücü olduğumdan bahsetmiş miydim?
Ben Bill Weasley; tabi ki bir hayal ürünüyüm, salaklar. 


Gitar Kursu izmir

Pazartesi, Haziran 04, 2012

JG

Şimdi tam olarak sizin yüzünüzden Gatsby gibi bir adam olmak zorunda kaldım işte, hiç de hoş olmadı bence, peh.

Pazartesi, Mayıs 21, 2012

Bok

Ve işler son hızla boka sarmaya devam ederken, yayınımız da aynı hızla devam ediyor.

Kıllatan tüm enstrümanlar ve vokallerde ben, Cenk.

Pazar, Mayıs 20, 2012

Son Bahar Şenliği

Grup: Funky Monks
Repertuar: By The Way, Can't Stop, Desecration Smile, Hope Leaves, Times Like These
Cenk, Aycan, Sezgi, Hüseyin.
Great times. 

(Ha bir de tabi Rock'n Roll ruhunu yansıtan bıyıklarım)















Pazartesi, Mayıs 14, 2012

Hatırlatma

Tamam hadi, klişeleri sevmiyorum ama şunu kabul edelim;

Yojimbo kovboya karşı.

Bu fikrin hastasıyım.

Çarşamba, Mayıs 09, 2012

I Actually Survived Now, Did I Not?

Weren't you the one who tried to break me with desire?


Did you think I'd crumble?



Did you think I'd lay down and die?




Oh, not I.

Salı, Mayıs 08, 2012

Güzel Günlerdi Lan Düşününce

Davulcu ve gitarist yıllar önce birbirlerini görmüşlerdir en son. Birbirlerinden habersiz, yıllar sonra tekrar aynı grubun elemanları tarafından çağırılırlar. Prova öncesi ilk kez stüdyonun kapısında karşılaşırlar.

Davulcu: Vay, sen de buradasın?
Gitarist: Senin olduğunu bilseydim gelmezdim.
D: Hala da orospu çocuğusun yani?
(Güler ve sarılırlar)
D: E, madem okul bitiyor, son bir şov mu yapacağız?
G: Bilmem, öyle mi yapacağız?
D: Sen yaşlanmışsın gerçi.
G: Sen kendine bak ulan, dinazor.
D: Göreceğiz birazdan, senin o yavşak soloların ne alemde?
G: Senin atamadığın dört dörtlükler kadar idare ediyor işte.
D: Hadi be ordan.
G: E hadi, çalacak mıyız, yoksa evli çiftler gibi davranmaya devam mı edeceğiz?
D: Hadi çalalım.
G: Eskisi gibi?
D: Eskisi gibi. Güzel günlerdi lan düşününce...

Perşembe, Mayıs 03, 2012

It's Just A Shot Away

"It's in the shelter of each other that the people live," and "if I don't get some shelter, yeah, I'm gonna fade away."  (:


Right Mate

Sometimes i turn back and ask; "why me?"

But then I ask even a deeper question; "why not me?"
Why should I be immune to the lessons life has to offer? I think life is all about how you let the bad days change you.

Çarşamba, Mayıs 02, 2012

Çarşamba, Nisan 25, 2012

Yalancı Yalancı

"Birlikte olamayız" dedi kadın.
"Neden?" diye sordum.
"Çünkü sen gideceksin ve ben kalacağım, geride kalmak beni çok üzüyor" dedi.
Yalan söylemek konusunda tam bir amatördü ama ne değişirdi ki? Bu bana söylenen ilk yalan değildi, çok da doğal olarak.
"Biliyorum ve bu beni çok üzüyor" dedim.
Bense yalan söylemek konusunda tam bir profesyoneldim, en azından o an için.

Cumartesi, Nisan 21, 2012

Small Talk

-Ne yani? Yoksa yorulur mu oldun artık?
-Yorulan vücudum değil, inan bana.
-Ben de vücudunu kast etmemiştim zaten.
-Bak hayatım, yapıyor olduğumuz şeyi yapıyor olmak için bu konuşmayı yapıyor olmamıza gerek yok, biliyorsun değil mi?

Salı, Nisan 17, 2012

I Got You Babe

Melbourne, Şangay, Okinawa,Yeni Delhi, Bangkok, Mexico City, Buenos Aires, Antananarivo, Beyrut, Moskova, Kişinev, San Fransisco, Londra, Dublin, Belfast, Edinburgh, Portsmouth, Berlin, Paris... Saymak istesem daha bir sürü sayabilirim sanırım.

Sonuç olarak göçebe olmak son zamanlarda yaşananlardan daha kötü olamaz değil mi? Şu konuşmayı hatırlıyorum da;

-Sence ne yapmalıyım Cenk? Durmalı ve tekrar denemeli miyim? Yoksa kaçmalı mıyım?
-Yanlış adama soruyorsun.
-Ne için?
-Uzun süredir hayatımın yarısı bir şeylerden kaçmakla ve öteki yarısı da bir sonraki kaçışımı planlamakla geçiyor.
-Doğru diyorsun.

Bazen sadece gitmek istersiniz, durmak bugüne dek bir boka yaramamış olduğu için. Bazen insanın yenildiğini kabul etmesi gerekir. Gerçekten bunun için özür dilerim.

Tam olarak bunları düşünür ve yazarken arkada şu şarkı çalıyordu;

(İçinde bulunduğumuz durum ve söylediklerim açısından ne ironik. Bana sanki yüzyıllar önce yaşanmış olan yakın geçmişi hatırlatıyor. Her neyse, bardağımı doldurun.)


Curse

-What do you see?
-Everything... And that is my curse.
-But you don't see what you're looking for.

Perşembe, Nisan 12, 2012

Saints Row Trolling

*The airplane scene*

-...Never, never you French scum! Never!
-Well, then you'll die. And by the way, I'm Belgian.
-So what? Go make yourself a waffle then.

Do Tell Teller

"Einstein der ki; 'herhangi bir yüksek zekalı aptal her şeyi olduğundan daha büyük, daha karmaşık ve daha şiddetli hale getirebilir. Ama bunun tersi olan yöne gitmek için bir parça deha ve çokça cesaret gerekir.' Şimdi fark ediyorum da benim bir parça deham ve cesaretim çok geç geliyor, çok da az. Ve korkarım ki bizler için bunun tersi bir yön artık var olmayabilir."

Salı, Nisan 10, 2012

The Wicked Witch

Lion: I'd be brave as a blizzard!
Tin Man: I'd be gentle as a lizard!
Scarecrow: I'd be clever as a gizzard!
Dorothy: If the wizard is a wizard who will serve...
Scarecrow: Then I'm sure to get a brain...
Tin Man: A heart!
Dorothy: A home!
Lion: The nerve!

Pazartesi, Nisan 09, 2012

2 Men Kissing? Hell,no.

-Why man why?
-Exactly, exactly!
-Why?!
-You tell me why. Why must two men be confined to handshakes and hugs? What happens when that's not enough?
-You come out of the closet. What?!
-You're such a fine man but you're so damn limited.
-It's a burden, but I cope.


2 Men kissing? Yeah I'm limited.

Pazartesi, Nisan 02, 2012

Hey Hey

Believe you me, I never wish anything bad for you, not one single bad thing at all. Except one;

I hope you are as lonely as I am.

For if you are, then this means we share the same kind of sickness. The same kind of meaningless emptiness and I can't fill the emptiness like I'm supposed to. This one surpasses every bad wish I could think of, sorry for that.

I hope you're screwing yourself by holding onto that loneliness, like I do.

For if you are; then this means we share the same mate as we screw ourselves. For if you are; this means we can still sing and dance exactly for 3 months and 3 days until we reach another 3 months and 35 days.

.



My my. 

Cumartesi, Mart 31, 2012

Definitely

-Hey, we need to talk about Saturday night...
-No, no... Historians will talk about Saturday night, not I.

Çarşamba, Mart 28, 2012

Zor Zamanlarda Yaşıyoruz, İnsanlarımızın Kafası Çok Karışık

Sabahın dördünde alışkanlıklarınızı düşünüyorsanız, ciddi problemleriniz var demektir, bu konuda ciddiyim.

Hayatınızda hiç birilerini öldürmek için kendinizi ikna etmeye çalıştığınız oldu mu? Benim oldu. Neyse ki kolay ikna edilebilir bir yapıya sahip değilim. Bir keresinde bol mafyalı vurdulu kırdılı bir şeyin içinde şunu okumuştum;

"Bir adam öldürmenin yol açabileceği iki sonuç vardır. Size herkesin anlattığı o bokları anlatmayacağım. İlk cinayetinizin sonrasında ya eve gidip uyursunuz ya da bir daha asla uyuyamazsınız. Ya rahat bir şekilde devam edersiniz, ya da yaptığınız şey sonsuza kadar peşinizden gelmeye devam eder. İlk kez 16 yaşımdayken bir adamı öldürdüm, o gece ve ondan sonraki her gece bir bebek gibi uyudum."

Yemin ederim, kendimi ikna etmeye çalıştım. Neyse, şimdi çok geride kaldı.

Mp3 çalarım 7. kez falan shuffle da Van Halen'ın Eruption'ını döndürüyor. Gıcık olmaya başladım, iyice cıvıttı artık.

Bir keresinde her boş bulduğum vakitte zamanımı öldürdüğüm ve kadınlara karizmatik adam taklidi yaptığım bir barda uzaktan adımı söylediklerini duydum. Bir sonraki sahnede üç tane herif içimdeki yaşam sevincini resmen yumruklarıyla dışarı çıkarıyorlardı. Bazen hayat böyledir, bilirsiniz. Bazen birileri gelir ve sizi döver. Bu noktada şunu belirtmeliyim ki; bugünlerde ve buralarda insanlar adil dövüşmüyorlar. Kavga etmekle ilgili bir sorunum yok. Ama kafasında gayet uygun şartlar altında şişe kırdığınız bir adam birkaç ay sonra en sevecen arkadaşlarını yanına alıp sizi dövmeye karar verebiliyor. Öte yandan ben bazı şeyleri olduğu yerde bırakmayı seviyorum, sanırım. Her neyse, ne diyorduk? Bazen birileri gelir ve sizi döver. Hastaneye falan gidersiniz. Gözlerimi açtığımda başımda birkaç arkadaşım vardı. Bu sahneye aşinaydım; benzer projelerde önceden de yer almışlığım vardı. Tüm o saçmalayan arkadaşlarım arasında bir tanesi hiç beklenmedik bir şey yaptı; bana bir kağıt verdi. O üç salağın isimleri ve adresleri yazıyordu. Bildiğiniz gibi, bazen işler böyle yürür. Bazen sadece gider ve kıçınızdan gök kuşakları çıkarmış adamları bulur, onlara daha da kötü şeyler yaparsınız. Kağıdı yırtıp attım, hayatımı bu şekilde yaşamak gözüme hiç çekici görünmedi. Kavga etmekten yana bir derdim olmadığını söylediğimi biliyorum, ama ben çocukluğumdan beri hep, nasıl derler, kavga eden salakları göz ardı edip kadınlarla falan ilgilenen bir herif oldum. 6 yaşımdayken yaşıtlarım arasındaki en ufak tefek çocuk bendim. Bir keresinde mahallemizde yaşayan birkaç çocuk bisikletim için beni kağıt hamuruna çevirmek üzereyken hepimizin  (en azından benim) iki katı boyutlarında bir kız gelip çocukları kovmuştu. Sonrasında da kız beni evlerinin arka bahçesine götürdü ve, buradan sonrasını tahmin edemiyor olmanız çok doğal. Bazı insanlarda cinsiyet bilinci 14 yaşında falan oluşuyor, ben öyle değildim. Tanrım, kız yaptığımız şeyden sonra hamile kalmayacağını bile biliyordu. Aynı yaştaydık ama şeytanın ta kendisiydi sanki, 6 yaşındaydık ve o kız öpüşmeyi biliyordu. O günden sonra uzun bir süre boyunca bir kadını öpmem gerekiyorsa, öptüm. Anaokulunun yemekhanesinde, ilkokulun bahçesinde, ortaokuldaki arsada ve sonrasını da az çok biliyorsunuzdur işte. Size bu konuda içtenlikle söyleyebileceğim tek bir şey var ve bunda çok dürüst olacağım; kadınlara bayılıyorum. Ne de olsa beni döven adamlara bayılmaktan daha iyi bir şey, değil mi? Öyle umuyorum ki, kimse beni bunun için suçlamayacaktır. Bazı arkadaşlarım bugüne kadar birlikte oldukları kadınların listesini yapıyorlar, sayılarını tutuyorlar. Bu çok hoşumuza gidiyor sanırım. Bazen ben de düşünüyorum. Bir keresinde bir kadınla aramızda şöyle bir konuşma geçmişti;

-Sevgilin yok mu yani? (bunu diyen sözü geçen kadın)
-Hayır yok. Bir tane bile yok, gerçekten. (bazen kadınların pantolonlarını çıkarmak için yaptığımız bu salak esprileri düşünüyorum da, insan 'daha kötüsü de olabilirdi' diyor)
-Ben de geçen sene ayrıldım.
-Ben de öyle sayılır.
-İlk sevgilin miydi?
-İlk sevgilim mi?
-Niye bu kadar şaşırdın?
-Ne bileyim, komik değil mi?
-Benim ilk sevgilimdi.
-Özür dilerim.
-Senin listen bir hayli kalabalık sanırım.
-Listem mi? Hiç listem şeklinde düşünmemiştim ama belki, evet, bilmiyorum. (bu noktada ne desem de bir önemi olmayacaktır zaten o yüzden belki, evet, bilmiyorum kombomla kafa karıştırıyorum yalnızca galiba)

Sonrasında olaylar hep aynı gelişiyor, bu kadınla birlikte oluyorsunuz ve daha sonra gelip size "sen bir ilişki adamı değilsin Cenk" diyor. Bu lafı her duyduğumda ya da en azından bunun gelişini her hissettiğimde bir hediye alsaydım kaçırdığım her yılbaşı ve doğum günümün bir telafisi olurdu ve inanın bana, çok fazla yılbaşı ve doğum günü kaçırdım. Yani söylemek istediğim bir noktada şu; kadınlara bayılıyor olsam da, kadınlar değişiyorlar. Ben de değişiyorum, belki de çok az ama sonuçta değişim değişimdir öyle değil mi? Yine de her ne olursa olsun, listelerimiz olduğuna inanıyorlar. Bazen tüm o kadınları kafamdan geçirmeye çalışıyorum kronolojik veya alfabetik sırayla, kafam çok karışıyor. Bununla caka satmak niyetinde değilim; insan bununla caka satamaz. Bazılarımız kadınlarla birlikte olur işte, o kadar. Yine de arkadaşlarım arasında çok popüler bir şey olduğunu söyleyebilirim. Zaten sonucunun ne olduğunu merak edecek olursanız, yalnızlık derim. Hayır hayır, Jackie'nin söylediği gibi; "size herkesin anlattığı o bokları anlatmayacağım". Nasıl bazı zamanlarda sadece kadınlarla birlikte oluyorsam bazı zamanlarda da yalnız kalıyorum işte. Bu doymuşluğun falan getirdiği bir olgunluk, hayatta yeni bir arayış, bir dinlenme süreci, ya da ne bileyim herhangi bir 10 liralık sokak sanatçısı adamın size söyleyeceği türden romantik bir durum değil. Romantizmle hiç alakası yok. Sadece yalnız kalıyorsunuz, o kadar, denebilecek en romantik şey "şanssızlık" olurdu muhtemelen. Sonuç olarak; yalnız olmanız yalnız olmayı istediğiniz anlamına gelmiyor. Kim size aksini söylüyorsa ona kıçınızla gülebilirsiniz. Ben gülerim. Bazen birileri gider ve sizi yalnız bırakır ya da bazen birileri gelir ve sizi yalnız bırakır; arada o kadar da büyük bir fark yok ve bu romantik bir söylem değil. Bazen bizim çocuklarla bir yerlere oturur ve önümüzden geçen tüm kadınlara bakıp onlarla ilgili konuşuruz. Erkek muhabbeti denilen şey temelinde budur sanırım. Yani bununla ilgili sözlük tanımının ne olduğunu bilmesem de işin içinde göğüsler, kalçalar, ayaklar, dudaklar falan varsa muhtemelen erkek muhabbeti oluyordur. Bundan garip bir şekilde zevk alıyor insan. Sonuçta kötü bir şey yapıyor değiliz, değil mi? Mutlaka bazen aşırıya kaçtığımız oluyordur ama eminim o kadınlardan bazıları aramızda konuşurken onlarla birlikte yapmak istediğimiz şeyleri duysaydı bu hoşlarına giderdi. Ben bir keresinde iki kadını benimle ilgili konuşurken duymuştum ve inanın; insan bazen diğerlerinin hayalgüçleri karşısında hayretler içerisinde kalıyor. Tüm bunları biz insanlara yaptıran şey yalnızlık mıdır, yoksa tüm bunları yapıyor olmanın sonucu mu yalnızlık? İşte bunu iyi romantik söylemler kategorisinde değerlendirebiliriz.


Bazen sadece bir motosikletin hayalini kuruyorum, motorsiklet sürmenin değil. Hadi bana şekilci olduğumu söyleyin. Ben de sizlere Emma Goldman olmadığınızı söyleyeyim ve bu, bu şekilde devam etsin. İçimde bir yerlerde 6 yaşımdaki boylarımda, küçük bir anarşist yaşıyor ve kafası gerçekten çok karışık.

Sizi seviyorum. (Hepinizi o kadar çok değil)

Pazar, Mart 25, 2012

It's a Coal War


"It's not the hand  that cuts, it's the heart we left behind.
It's not the hand that cuts, it's the hatred deep inside.
Five dollars and a head to keep, with dull black scissors and some kerosene;
You burnt down the house, but you came to bid him well.
What a thing to tell; 'put poison in the well.'
Just to say, just to say...
I ain't cutting my hair till the good Lord comes."

Cumartesi, Mart 24, 2012

Alvy

"Espri şöyledir; 'benim gibi birini bile üyeliğe kabul edecek hiçbir derneğe asla üye olmazdım.' Bu espri de, benim yaşamımda kadınlarla olan ilişkilerimin bir özeti sayılabilir."

Cumartesi, Mart 17, 2012

Tribute to the Best










"...and we go off into the night."



P.S. Canım wall'a gitmek istiyor, ama genelde olduğu üzere sırf sağ üst karedekiyle birlikte değil.

Çarşamba, Mart 14, 2012

Something More

-They've told me you got yourself into much trouble lately, then you got back to fun?
-Is that the reason? Someone broke your heart?
-I'm just chasing something 'more'.
-So am I.

Salı, Mart 13, 2012

Bluesy



Okan Ersan'ın Yamaha Workshop'ından.

"Ne çalalım Cenk?" diye sordu, "bluesy bir şeyler olsun" dedim.

Videosu elime ulaşınca onu da koyarım heralde.

Oh God

Tamam, saygısızlık etmiyorum ama o pantolonun içinde benim yanımda o şarkıyı söylemesi için Slash'den bir kaç kat daha iyi çalabilirdim, gerçekten.

Pazartesi, Mart 12, 2012

Evet

Ne olursa olsun, ne olursanız olun, unutmamak gerekir ki; kadınlar her zaman kazananın yanında olacaklardır ve iki yıllık herhangi bir zaman aralığında on kilo alacaklardır. Deney parametreleri ve sonuçlar kişisel tecrübeyle test edilmiştir ama bunu hiçbir kadına açıklayamazsınız; özellikle kazanan olmadığınız için.

Pazartesi, Şubat 06, 2012

İlkokuldaki Aptal Hatıra Defterleri

Memoir.
Blog dediğimiz şey aslında bu mu? Yani düşünüyorum da; tüm bu yazdıklarımı bir insan bile merak ediyor mu? Ya da gerçekten oralarda bir yerlerde birisi tarayıcısına bu blogun adresini yazıp enter tuşuna basıyor mu? Bunu gerçekten çok merak ediyorum. Herhangi birisi dinliyor mu? Yoksa sadece öylesine konuşuyor muyum? Ne garip. Ben gerçekten okuduğumda bile okumamış gibi yapıyorum bazen insanların yazdıklarını, acaba olay hep böyle mi gerçekleşiyor? Ne saçma. Kim neden merak etsin ki bu kadar aptal şeyleri? Neden hepimiz çok şahane popüler kültür insanları gibi davranıyoruz ki? Artık hepimizin spor arabaları, çok kıyak tatil maceraları, sarışın sevgilileri, o sevgililerini aldattıkları başka sevgilileri ve hepsinden bağımsız apayrı bir sevgilileri, hepsine ek olarak bir 'soul-mate'leri, muhteşem işleri, anlatmak istedikleri filmleri, kitapları, şarkıları bok gibi daha bir sürü şeyleri var. İyi ediyoruz.
"Çok yalnızım ulaan" diye sarhoş kafasıyla avazı çıktığı kadar bağıran bir adamın tüm saflığıyla;

Yine de bazen merak ediyorum? Çok az bile olsa sikine takıp da şunu okuyunca evet lan sikime takıyorum diyen var mı?

Varsa kullandığım lisan için özür dilerim; bu seferlik "fuck, oh god, lord, gosh, shit" falan demek çok zor geldi. Midem bulandı. Hep yaptığım gibi; kustum ve bayıldım.

Çarşamba, Ocak 25, 2012

Comin' Home

By the light of the moon, I'm coming home.
Howling all the way, I'm coming home.
On my hands and knees, I'm coming home.
I know when I've been beat, yeah I'm coming home.
By the skin of my teeth I'm coming home.
By the soul of my feet, you know I'm coming home.
I'm riding out the wind, I'm coming home.
It don't matter where I've been, I'm coming home.
Crawling on all fours, I'm coming home.
Turning brick walls into doors, I'm coming home.
I've got the taste in my mouth, I've got a hunger in my gut,
My skin has turned to leather, my hair is banded rope.
My knees have buckled beneath the weight of doubt,
But now I miss things that I've done without.
Don't leave the light on, don't need you anymore my old friend.
Put a cross above the door, lay up the boards.

I'm on my way.

I'm coming home.



Hep evimizin olmadığını düşündük ya da ben hep bir evimin olmadığını düşündüm. Ama her zaman bir evim vardı; dört duvarı yoktu, bir bina değildi, bir insan hiç değildi, bir kalp değildi evim. Çünkü bir evin kalbin olduğu yer olduğuna inanmak sadece sıradan çocukluktu. Evin yeri önemli bile değildi, anladım. Ev sadece gülümsediğimiz yerdi. Şimdi yine, nerede olduğunu bilmesem de;

Eve geliyorum.

Salı, Ocak 24, 2012

All Fall Down

If ever your world starts crashing down, whenever your world starts crashing down; that's where you'll find me.

It's up to us to get back up.

Çarşamba, Ocak 18, 2012

Stein

"The artist's job is not to succumb to despair but to find an antidote for the emptiness of existence."

Gertrude Stein, Midnight in Paris'den.

Ne güzel söylüyor değil mi? Ne kadar doğru. Oysa tam tersini yaptığım ve tam tersini yaşadığım günleri düşünüyorum da, insanın aklına çok büyük bir boşluk geliyor. Bu bile bana Stein'ın söylediğinin aksini yaptırıyor. Buna boyun eğmemeliyim.

Varoluşun boşluğuna bir çare, bir ilaç bul; umutsuzluğa düşmek yerine.

Pazar, Ocak 15, 2012

Tu Vuo fa l'Americano

You're acting all American; listen here, who's asking you to do so?

You want to be all trendy, but if you drink whiskey and soda, you'll always become ill.

You're dancing to rock'n roll and play baseball, but where did you get the money for Camel cigarettes? Your mom's bag.

You're acting all American, American, American... But you were born in Italy, so listen here; there's nothing you can do, ok Napoletano?




Good old song, reminds of some people I know from way back. And also, it's so nice to see that my self-tutoring in Spanish plays out real nice on my Italian, as well. Arrivederci.

Perşembe, Ocak 12, 2012

Hissiyat

İşler bundan sonra iyiye gitmeye başlayacak, bir şekilde hissediyorum. Heyecanlıyım.