Cumartesi, Ağustos 20, 2011

Thankful

-blahblahblahblah (lots of useless babbling about past events of his miserable life)
-well...
-well what?! (angry a bit, are we?)
-well,I say good riddance.
-whoa! (excited)
-whoa what?
-never seen it from that point of view. (thankful)

Cuma, Ağustos 19, 2011

Çarşamba, Ağustos 17, 2011

Battle is in My Hand

Bir şey oldu.
Ben iyiyim.
Hadi biraz gitar çalalım, biraz yol gezelim, şarkılar söyleyelim, sevişelim biraz, sevdiğimiz yemeklerden yiyelim, içkilerden içelim, sevdiğimiz replikleri ya da paragrafları ezberden söyleyiverelim, n'olacak?

Artık beklemeyelim ya. Yetmedi mi?

Up the walls of Jericho,
He marched with spear in hand.
"Go blow them ram horns" Joshua cried;
"Cause the battle is in my hand".

Pazartesi, Ağustos 15, 2011

Lancelot ve Truman Capote

Truman Capote, tam bir megaloman piçsin. Seni sevmiyorum. Hiç hem de.

"Belki de karşımızdaki insanı öldürmeyi denemeliyiz. Buna cesaret etmeliyiz. Zaten insanlar karşılarındakini öldürmeye cesaret edemedikleri için kendilerini öldürüyorlar, dayanamayıp bu şekilde içinden çıkıyorlar."

Öyle mi dersin Truman? Ben tekrar düşün derim. İnsanlar herkesi öldürüyorlar. Aksini iddia etmek saflık olacak. Belki senin zamanlarında böyle değildi, bilmiyorum,spekülasyonlara da hiç açık sayılmam.

İnsanlar herkesi öldürüyorlar. Ya da o veya bu şekilde ölüyorsun işte.

Kendimizi kandırmayalım yani.

Savaşmayalım Capote, kendimizi üstün görmezsek, yapmaya ikimizin de pek meyilli olduğu gibi, savaşmayız bence. Evet, barış yapmak için hiçbir şey yok elimde ama yine de savaşmadığın her savaşı kaybetmiş sayılmazsın. Kaybetsen de kazanmış sayılabileceğin gibi.

Sonra Arthur o lanetli denizin lanetli kıyısındaki eve geldi. Kılıcı elindeydi, geceydi vakit. Ay ışığı kılıcında parıldadı. Birkaç kişi vardı yanında, yeterdi. Derfel hep yanındaydı, her zaman. Hepsinin kılıçları ellerindeydi. İçeri yavaşça girdi Arthur. Guinevere'i bulmaya, o veya bu şekilde.
Çığlıkları duydu, lanetli bir tanrıçanın adını, eşinin ağzından. O lanetli adamın adını duydu.
Kimdir kraliçemiz? Guinevere.
Kimdir kralımız? Lancelot.
Zevk içindeki ulumalarını duydu Arthur, Uther'in oğlu. Britanya ordularının kumandanı, Excalibur'un sahibi, Merlin'in seçilmişi. Dünyadaki tüm güç elinde bile olsa olacak şeyi engelleyemezdi. Tüm gücünü uğruna feda edeceği kadını o piç herifin kollarında görmesinden sonra değil.
Kalbi kırıldı.
O gece hepsinin başlarını kesti Arthur.
Guinevere'e sordu; "neden?"
Ne cevap almayı bekliyordun ki salak?
Guinevere'i bir kuleye kapattı ve Lancelot'u savaş alanında Derfel'e astırdı Arthur. Ne fayda ederdi ki? Lancelot'u bin kere diriltip bin kere tekrar öldürse eline ne geçerdi? Guinevere'i dünyanın en yüksek kulesine kapatsa eline ne geçerdi?
Tek istediği bir çiftlikti Arthur'un. Kılıcını duvara asmak, demirci ocağında demiri dövmek, saksonlardan,kandan,tahttan uzakta oğluyla toprağını ekmekti. Kalbi kırıldı. Britanya'da dövülmüş hiçbir kılıcın yapamadığı şeyi gölgesinden bile korkacak bir herif ve güzeller güzeli bir kadın yapabildiler. Kan bile akıtmadan. Avalon o ikisi için yaratılmıştı ya da Arthur böyle sandı.
Salak.
Yine de bazı şeyleri değiştiremezsiniz. Merlin'e bir gün denk gelirseniz bir ziyafet sırasında bunu ona sorun,aynısını söyleyecektir. Lancelot'u bin kere daha öldürürdü Arthur. Guinevere'e bin kere daha aşık olurdu. Ama en önemlisi şudur; Lancelot Guinevere'i bin kere daha sikerdi tabi. Merlin de aynı bu şekilde söyleyecektir.

Arthur'un da elinde barış yapabileceği çok bir şey yoktu anlayacağınız. Aşık olması bir şeyi değiştirmiyordu, tıpkı Lancelot'un Guinevere'i bin kere daha... Neyse,anladınız işte.

Bazen Britanya'nın en güçlü adamı olmanız hiçbir şeyi değiştirmez. Savaşmayın. Bırakın ağzınızı yüzünüzü en önemlisi; kalbinizi kırsınlar. İnsan doğası bunu yapmaya meyillidir, insanlar herkesi öldürürler. Arthur bunu öğrenmeyi hiç istemedi, biraz geç öğrenen bir doğası vardır. Bazen savaşmadığın bir savaşı kaybetmiş sayılmazsın, kaybettiğin savaşları kazanabileceğin gibi.

Perşembe, Ağustos 11, 2011

The Answer To Your Question

-Why does he love her so much? I mean, what's so special about her?
-I don't know. I don't think I've ever known. But sometimes you get it right the first time and then it defines your life. It becomes who you are.

Çarşamba, Ağustos 10, 2011

The Sounds

Fuck.

Sonra da fark ettim ki; elimizde kalan şeyler bizi oluşturuyormuş. Elimizde olmasını dilediklerimiz değil.
Dün gece bana dedi ki;
"Kimsin sen?"
"Ben birçok kişiyim."
"İyi ama kimsin."
"Hangisini bilmek istiyorsun?"
"Seni, kendini tanımladığın şekli."
"Ben benim, Cenk. Nokta."
"Daha iyisini yapabilirsin."
"Bu zaten en iyisi."
"Peki."
"Ne anlatacağım ki?"
"Peki."

O aralarda fark ettim ki elimizde kalanlar bizi oluşturuyorlar. Bir parça bile fazlası değil. Elimde kalan bu; Cenk. Nokta. Bazıları size bunun yeterince iyi olduğunu söyleyebilir. Belki de öyledir.

Fuck.

Sonra dün gece dedim ki;
"Kısaca anlatayım."
"Anlat."
"Ben sen daha lisedeki sırana erkek arkadaşının adını yazarken makine mühendisliği diye bir şeylerle uğraşıyordum, derslerimden kalıyordum. Şarkılar yazdım, yerler dolaştım. Bir sürü farklı şeyden para kazandım. Hayalini bile kuramayacağın kadınlarla beraber oldum. Aşık oldum. Aldatıldım. Aldım, sattım, alındım, satıldım. Hikayeler yazdım, anlattım. Özür diledim. Ben buyum. Cenk. Mutlaka bir yerlerde duymuş olmalısın. Şimdi bana sen nesin mi diyorsun?"
"Megalomansın yani."
"Evet. Belki."
"Neden?"
"Öyle olmak istedim, kendimi düşündüm. Bu replik Star Wars'dan. Eğer henüz izlemediysen 4.den başla."
"Sen Anakin'sin."
"Ben Anakin'im."

Biterken aklımda artık çalmadığım şarkıların notaları uçuşuyordu. Parmaklarım sızladı, kulaklarım uğuldadı.

"...If I go, I'm going on fire; I'll let my anger take me there..."

Never Been So Much Fun



"Trying to get over the one that ran away..."