Cumartesi, Temmuz 28, 2007

Lasciate Ogni Speranza, Voi Ch’entrate

Dante'nin İlahi Komedya'sının, "Cehennem" bölümünde, cehennemin kapılarında şöyle yazar;

"Burdan geçilir acılar şehrine
Burdan geçilir sonsuz kedere
Burdan geçilir kayıp insanların arasına...

Adalet, yaratıcımı harekete geçirdi:
Beş ilahi güç ilk olarak şekil verdi bana
En yüksek bilgelik ve esas olan aşk ile...

Benden önce sonsuz olan hiç bir şey yaratılmadı
Ve ben sonsuza kadar süreceğim...
Buraya girenler, umudu geride bırakın."

Yeni doğan insan için ne kadar da güzel bir karşılama değil mi? Özellikle son cümle aslında, "buraya girenler, umudu geride bırakın"... Doğum; acı, umutsuzluk bazen de mutlulukla dolu bir sürece ilk adım,ve mutlak bir son olan ölüme doğru da atılmış ilk adım aslında...

Nasıl olsa elimden alacaklar diye bir şeyi sevmediğiniz oldu mu hiç? Bana olur ara sıra, uğraşmam bile... Hayat da böyle ama; bir gün elimizden alacaklar, hiç gözümüzün bile yaşına bakmadan tutup çekip alacaklar... Benim hayatımda olan her şey böyle oldu zaten... Daha doğmamıştım, doğmak için savaştım bu dünyaya, çok zorlandım ve sonunda geldim... Ya sonra ne oldu? Henüz küçücük bir çocukken hayatımdaki en büyük boşlukla başbaşa bıraktılar beni... Ve sonra yerlerine yeni şeyler doldurmamı beklediler... Ve yaptığımı da sandılar! O kadar güzel oynadım ki rolümü, her şeyi o kadar güzel kurguladım ki, sonuna kadar inandılar bana! Hep inanmışlardı zaten, herkes inanmıştı... Ve sonra da memnun oldular, o boşluğu doldurduklarını düşünüp... Kendi pisliklerini benim temizlememi beklediler...

Bazen bazı rüyalar görüyorum... Çok uzak bi diyarda bacak boyunda bir çocuk var... Kocaman bir adamla güzeller güzeli bir kadının oğlu... Bir hayalperest... Küçük bir çocuk belki de sadece... Sonra uyanıyorum ve tüm rüyayı unutuyorum... Ya da sadece unuttuğumu söylüyorum inansınlar diye... Daha önce de dedim ya ben ev olgusunu unutalı çok oldu... Ailemin beni okulun ilk gününe gönderdip dönmemi beklediği yerden taşınalı çok oldu... Kendimi huzurlu hissettiğim son yerden taşınalı çok oldu... Şimdi sadece bir perde, bir sahne ve ben; başrol oyuncusu, Dante'nin ta kendisi! Üç diyara da yolculuk ettim, ama üçünde de ben bendim, ben; bu hayata gelmek için savaşan, ben; rolünü çok iyi oynayan, ve ben; insanların kırılmaz, kurşun geçirmez sandığı ben!

Bu dünyaya niye geldim çok da iyi bilmiyorum ama, o amaç her neyse umarım tüm bunlara değer... Tüm umudu geride bırakıp geldim çünkü, bu hayatı yaşamak için...

Şimdilik tüm söylemek istediğim bu.

Perşembe, Temmuz 26, 2007

When Harry Met Sally

" I love that you get hot when it is -71 degrees out. I love that it takes you an hour and a half to order a sandwich. I love that you get a little crinkle in your nose when you're looking at me like I'm nuts. I love that after I spend the day with you, I can still smell your perfume on my clothes. And I love that you are the last person I want to talk to before I go to sleep at night. And it's not because I'm lonely, and it's not because it's New Year's Eve. I came here tonight because when you realise you want to spend the rest of your life with somebody, you want the rest of your life to start as soon as possible."

Cüzdanımın içindeki bir kağıt parçası ve bir köşesinde yazan replik... Sadece tek bir şey diyebiliyorum çünkü aslında pek bir şey de demek gelmiyor içimden. Ben içimdeki tüm duygulara sırt çevirip saf masumiyete inanmak istediğim zaman çıkarıp bunu okuyorum, her şey karanlıkken, darken bunu okuyorum... Bu benim inanmak istediğim, çocuklarımı içinde yaşatmak istediğim dünyayı başlatan şey belki de... Tek diyebildiğim; "teşekkür ederim!"

Eğer hiç bir şey anlamadıysanız lütfen bir alt yazıya geçin, hiç bir şey zaten sizin anlayışınıza yönelik dizayn edilmemişti...

Perşembe, Temmuz 05, 2007

Ordan Burdan...

Bu yazıyı ilginç bir halde yazıyorum... Öyle ki ilk birkaç dakikam blogger url'sini düşünmekle geçti... Kafam mı güzel? Yazmayalı çok mu oldu? Bilmiyorum...



Bakıyorum çoğu yazımın çoğu kelimesi "bilmiyorum". Gerçekten de bilmiyor muyum? Bilmiyorum... Bazen kafam çok fazla karışıyor işte sadece... Tüm dünya ayağa kalkmış üzerime gelirken kafam karışıyor... Belki de dünya üzerime falan gelmiyor, yalnızca ben abartıyorum, bilmiyorum...



Ama sadede doğru yol almak istiyorum ki sadedin, bağlamaya çalıştığım yerin dahi neresi olduğunu bilmiyorum aslında... Ama ne yapacaksam çabuk yapmalıyım... Bu alkol kanım vasıtasıyla tüm vücuduma yayılıp klavyeyi görmemi engelleyince pek de bir yerlere varamayacağım galiba...



Kuzenim blogu için öksüz diyor bu arada bak aklıma geldi... Benimki onunkinin yanında tam öksüz... Ne ben yazıyorum, ne Godina hanımlar her zamanki yorumlarını yapıyorlar ne de Dou beyler veya Cerosh hanımlar... Hatta hiç birisi de yok piyasada bu aralar... Kim bilir belki de hepimiz topluca ölmüşüzdür an itibariyle? Ya da sadece ben ölmüşümdür... Hımm... Araştırılmalı acilen...



Bu aralar standart sıkıntımın yanında bir takım daha sıkıntı var içimde, bilmiyorum nedir? aslında belki de biliyorumdur, biraz düşüneyim... Yok yok, kesin bilmiyorum... Ama artık gerçekten çok sıkıldım buralardan... Barış yüzünden büyük yolculuğumuz da iptal oldu zaten...(ve bu Ece'yi tahmin bile edebileceğimden çok sevindirdi, hımm...) Üstüne üstlük bir de hava sıcak evde öylece oturuyorum klimanın altında testical kebab... Bundan memnun muyum? Hayır!!! (öyle bir cevap veriyorum ki sanırsın 50'lerin NBC yarışması 21'de 11 puanlık soruya cevap veriyorum...) Tabi ki de memnun değilim... Rüzgarı saçlarımda hissetmek istiyorum... Kendime yeni yolculuk partnerleri bulmalıyım( bir yerlere yaz-ki yazdın da zaten az önce...)



Bu paragrafla diğeri arası saydım tam olarak 23 dakika geçmiş, Ant başta olmak üzere msn kişileri nedeniyle... (direk de atarım suçu-bu kadar olamaz...) Bunu neden söyledim? Mesela siz de okurken burda gidip nescafe yapın, ama nestle'nin olandan değil davidoff olsun, sakın da starbucks'da satılan gerizekalı kahveler gibi olmasın, adam gibi hatta mümkünse zift gibi olsun ve mümkünse pipetle değil, ağzınızla için...



Bu arada bu paragrafla bir önceki arasında geçen sürede de karar verdim(approx. 15 dk) Marmaris'e yazlığa gidicem, hatta gerekirse yalnız gidicem (nasıl olsa mangal ekürisi aynen orda)... Çünkü GERÇEKTEN-ÇOK-SIKILDIM-KIÇIMIN-ÜSTÜNDE-OTURMAKTAN!!! Öhöm...



Bir de bu aralar muallaktayım... İstanbul'a taşınmayı istiyorum, ama sadece İstanbul olduğu için... Kıbrıs'ta kalmayı istiyorum, okulumun bana yararları için... Hoş şimdilik ne kalkıp Kıbrıs'a gitmeyi istiyorum, ne de İstanbul'a gitmek için derslere kasmak istiyorum... Oturuyorum kıçımın üstüne...



Shimdi uykhum gelmeye bashladı... Janım da pek sıkılıyo... Kafam da güsel... -Iyygh nefret ediyorum sizden!.. Aslında yalnızca sizden değil; babasının parasıyla piç olmaya çalışanlardan, piç olmaya çalışan kızlardan, mekanlarda kendini dağıtan tiplerden, otobüslerde "aile var" diyenlerden, ben o müziği dinlemem diyenlerden, kıçıyla içki içenlerden, bununla gurur duyanlardan, sigara içip bununla gurur duyanlardan, cigara içip bununla gurur duyanlardan, daha aslında saymaya kalksam 100 tane post'u doldurucak kadar tipten, alayından nefret ediyorum da aklıma şimdi gelenler bunlardı...

Aynaya bakıyorum... Sıcaktan isilik olmuş sağım solum... Gerçekten sevmiyorum bu havaları... Bir çare düşün Cenk, bir çare düşün... Biri bişey demişti... "bişey bişey bişey bişey(buralarını hatırlamıyorum) bir sivilce bozar güzelliğini" Hah! Nasıl da hatırladım?! Neyse, güzelliğimi bozan bişey yok da sıkıntı veriyor işte sadece...



Galiba bu yazıyı uzattım... (ya da aslında uzatmadım-ki blog benim zaten!) Buralarda bir yerde keseceğim zaten... Uzaylılar var mı, alkol bana zararlı mı, beni arayan var mı ki bulan olucak? Sorularına cevap aramalıyım... Şizofrenim üç level daha alıp da büyürken ve siz de yavaş yavaş uyuklarken monitör başında size bir anda aklıma gelen şu replikle farewell diyorum... Belki ben de aynı şeyi yaşıyorumdur...



"Flux Kapasitörü!!! Evet, başımı çarptığımda tam olarak aklıma gelen buydu Marty!"



P.S. "Houston, bir sorunumuz var"da diyebilirdim ama bu aralar sevdiğim sci-fi filmi o değil,bu...

Pazar, Temmuz 01, 2007

Dünyanın Ucunda

Tam dünyanın ucunda durdu çocuk. Aşağı bakmaya cüret edemezdi, yukarıya hiç... Sadece durdu öylece çocuk... Abaküsler vardı aklında, alfabeler vardı... Ön sırada oturan saçları örgülü kız vardı... Yeni ayakkabıları vardı, tertemiz pasparlak ayakkabıları... Şimdi çamurla kirlenmiş ayakkabıları... Bacakları vardı aklında... Bembeyaz, rüzgarda koşan bacakları... Şimdi yaralarla parçalanmış bacakları...

Dünyanın tam da ucunda durdu çocuk... Üstündeki kazağı vardı aklında... Annesi gibi kokan kazağı... Onu koklarken gözlerini kapatırdı hep ama şimdi gözlerini kapatmaya cesareti yoktu... Hele açmaya hiç... Gözlerini kısıp güneşe bakarken gelecek vardı çocuğun aklında... Ama ne geleceği düşünmeye mecali vardı, ne de geçmişi hatırlamaya... Hele bugünü yaşamaya hiç...

Dünyanın ucunda dururken düşündü çocuk... Aklında büyük büyük insanlar vardı... Onu görmeyen insanlar, bir yerlere koşan insanlar, çirkin insanalr, güzel insanlar, iyi insanlar, kötü insanlar... Hiç birinin peşinden gitmeye niyeti yoktu çocuğun, yerinde durmaya hiç...

Dünyanın ucunda durdu çocuk... Aklında binlerce olasılığın en olmazı vardı belki... Binlerce yolun en çıkmazı... Dünya neydi ki zaten? Dünya onun için ne biçimdi? Tüm yollar Roma'ya çıksa onun için ne fark ederdi? Evinin arka bahçesine çıksa ne fark ederdi? Yüzünü buruşturdu çocuk...

Kendi diyarında bir kraldı çocuk... Savaşçıların en heybetlisi, yiğitlerin en yiğidi... Kendi diyarında bir kraldı o... Kendi hayallerinin kahramanıydı... Düyanın ucunda bir kraldı çocuk, belki de bir dilenciydi... Aslına baktığımızda onun için ne fark ederdi ki?

Ellerini açıp ellerine baktı çocuk... Kirli ellerine baktı... Annesi onu böyle görse ne derdi? Hayır, görmemeliydi, hemen soktu ellerini cebine...

Tanrı'nın sınırlarında durdu çocuk, tam dünyanın ucunda, evinin bahçesinde, yakıcı güneşin karşısında durdu... Ağzını açtı bağırmak için, sesi çıkmadı... Denemekten vazgeçti çocuk... Belki de geçmedi ama hiçbirimize söylemedi...