Cuma, Kasım 30, 2007

Şov Devam Etmeli, Ne Olursa Olsun

Bu kez giriş kısmımız Freddie'nin (şimdi bizi izlediği yerde, gülümsüyo olsun) ağzından...

Empty spaces-what are we living for?
Abandoned places-i guess we know the score...
On and on!
Does anybody know what we are looking for?

Another hero-another mindless crime...
Behind the curtain-in the pantomime
Hold the line!
Does anybody want to take it anymore?
The show must go on!
Inside my heart is breaking
My make up may be flaking
But my smile still stays on!

Whatever happens, I'll leave it all to chance
Another heartache-another failed romance...
On and on!
Does anybody know, what we are living for?
I guess I'm learning, I must be warmer now
I'll soon be turning, round the corner now...
Outside the dawn is breaking
But inside in the dark, I'm aching to be free...

The show must go on!

My soul is painted like the wings of butterflies...
Fairy tales of yesterday, will grow but never die
I can fly, my friends!

The show must go on!
I'll face it with a grin!
I'm never giving in!
On with the show...

I'll top the bill!
I'll overkill!
I have to find the will to carry on!
On with the...
On with the show!

The show must go on.
(*)


Freddie Mercury'nin ölmeden bikaç zaman önce yazdığı bu şarkının hayatımda hiç bu kadar anlam kazanacağına inanmazdım aslında. Ama dinlerken kafamda çaktı şimşekler...

İnsanın dayanabileceği raddeler vardır. Sevebileceği olgular vardır. Nefret edebileceği olgular vardır. Ben genelde değişik bir adam olduğum için bunlar farklılık gösterebilir tabi ki ben de, hatta gösterir de. Şu an hepsinin dışındayım. Renton kontrolü kaybedince Holland'ın dediği gibi; "He's in the Rider's High, no, it's way past that..."(**)

Şu an tüm o sınırların dışındayım. Belki çok sakinim belki patlamak üzereyim. Hiç bir fikrim yok.
Makyajım akıyor, kalbim ağrıyor ama gülümsemem hala yüzümde kalmaya devam ediyor...

Bana ne kalıyor peki?
Şovu devam ettirmek.
Kurduğum tüm hayaller için.
Bana çok inanan insanlar için, başka kimse için olmasa bile.
Ömrümün geri kalanında pişman olmamak için, şimdi şovu devam ettirmeliyim sahneye çıkıp.
Geçmişin peri masalları asla ölmeyecekler... Ve ben uçabilirm dostlarım!

Artık yerinden kalkıp bir şeyler yapma vakti. Bu değişimi hissedebiliyorum kendimde, oturup üzülmek yerine artık şovu devam ettirmeliyim.

Fedakarlık ne olursa olsun.
Göğüsleyeceğim, gideceğim yollar ne kadar olursa olsun.
Kalbimi geride bıraksam bile
Makyajıp akıp, kalbim ağrısa bile
Gülümsememi bırakmalıyım
Şov devam etmeli...

Etrafımdaki insanlara bakınca kendimde bu gücü buluyorum, çoktan her şeyini yitirmiş insanlar, sahneden seyircilere bakınca kendimde bu gücü buluyorum, bir beklentisi olan insanlar, beni bekleyen insanlara akınca bu gücü buluyorum... Gidebilme gücünü, uzaklarda tek başına savaşabilme gücünü...

Tek silahı hayalleri olan yalnız savaşçı. Tek desteği bir avuç hayal ve daha da az insan...
Devam et o zaman...
Hiç bir amaç daha kutsal olamazdı senin için...

Hepsini bir sırıtışla karşılayacağım,
Asla pes etmiyorum...
Şovla birlikte...
Şov devam etmeli!

(*)Queen-Show Must Go On
(**)Eureka Seven-Episode 20

Çarşamba, Kasım 28, 2007

Yalnızlık Kalem

Koşuyorum... Koşuyorum...
Peşimde cehennemin kendisi varmışçasına koşuyorum...
Bir anda bildiğim, çok iyi bildiğim sıcacık bir yer.
Karanlığın içinde, karanlıktan karanlık bir pelerin...
Bana tüm evlerden daha çok kucak açan, tüm kalabalıklardan daha fazla, tüm kucaklardan daha sıcak.
Buz gibi soğuğun içinde, soğuktan daha keskin aynı zamanda...
Kendimi en iyi hissettiğim yer.
Aslında düşününce kendimi en iyi hissettiğim yerler ne çok da değişmiş. Evim, basketbol sahası, odam derken en sonunda gerçek olanı bulmuşum.
En çok tanımaya çalışıp aynı zamanda en çok tanıdığım şeyle konuşabildiğim tek yeri bulabilmişim.
Kendimle.
İnsanlar bunu asla anlayamadılar. Tecavüz ettiler buna.
Evet! Tecavüz...
Bilip bilmeden geldiler üstüne, boş sözleriyle, sözde arkadaşlıklarıyla, çürümüş bilinçleriyle...
Birer birer gelip istediklerini alamadan geri döndüler.
Çarpık diyarımda kendi düz beyinleriyle kayboldular, yok oldular.
Anlamaya çalıştılar burayı, haritalar çıkarmaya çalıştılar, beceremediler.
Hiç beceremediler.
Anlayamadılar insanın seçtiği yolun bu olabileceğini.
Hiç biri bunu seçebilecek kadar kendine güvenli değildi çünkü. Hiç biri bunun yaşamın kendisi olduğunu anlayabilecek kadar açık değildi.
Bu öyle bir şeydi ki, hiç biri bunu söyleyebilecek kadar açık sözlü değildi...
Ve tecavüz ettiler.
Ölüm korkularıyla, dolu elleriyle, aptal nasihatleriyle, büyük hayat anlayışlarıyla, yüksek bilgileriyle...
Tecavüz ettiler.
Yıkmaya çalıştılar.
Ama hiç ulaşamadılar.
Nereye bakacaklarıyla ilgili en ufak bir fikirleri bile yoktu çünkü.
Ben kapattım gözlerimi.
Karanlığın içinde, karanlıktan karanlık bir pelerin. Sarıyorum etrafıma.
Burda benim, burda sakinim, burda tüm kalabalıkların içinde hepsinden uzaktayım.
Burda yalnızım.
Yalnızlık kalem.
Gelin şimdi buraya, bunu anlayabilirseniz, idrak edebilirseniz.
Gelin şimdi buraya, sonuçlarına katlanabilirseniz.
Gelin şimdi, sizin gibi yaşamayı ölüme seçebilirseniz.
Büyük dertlerinizden kurtulabilirseniz.
Eğer burda yazanları anlamadıysanız, sakın bunu sorun etmeyin. Bu, tamamen benden daha çok şey bildiğiniz için kaynaklanan bir durum, benden daha fazla yakın dostlarınız olduğu için, benden daha iyi anlaşabildiğiniz için insanlarla veya ne bileyim bunun gibi bişey işte, dedim ya anlamadıysanız sorun etmeyin, sağ yukarıda bir çarpı olucak tıklayın ve kapatın bu pencereyi.

Salı, Kasım 06, 2007

Road Trippin

Yine gecelerden, hiç bitemeyen bi gece...

Yine sarhoşum galiba, artık rüyayla gerçeği ayırt edecek kadar bilge hissetmiyorum kendimi.

Ve bir SiyaSiyaBend videosu arkada durmadan dönüyorken açtığım anda gözüme çarpan ilk yazı; "Kendini Bilmekle Başla İşe"

Yüzüme öyle bir çarpıyor ki, alıp beni yere vuruyor... 1 tonluk ağırlığın altında ezilmiş gibi eziliyorum bu sözün karşısında...

Kendini bilmekle başla işe...

Kendini bilmekle başla işe...

Unutmaya çalışıyorum videoyu, bu yazıyı olduğu yerde bırakıp gitmeye ve yatağa gidiyorum... Soğuk yatak... Karanlık, kapkaranlık, Tepecik'li bir fahişenin cinsel organı kadar karanlık oda... Gözlerimi kapatmama gerek yok... Karanlığa sığınsam da huzur vermiyor. Dünya artık eski göz kapatma numarasını yemiyor... Bir yatağım vardı, oralarda bir yerlerde... Annem gibi kokan, babam gibi sarılan bana. Tam olarak var mıydı onu da hatırlamıyorum, rüyayla gerçeği ayıramıyorum, gözlerimi kapatıyorum. Pek sevgili Kum Adam da gelmiyor bu gece beni uyutmaya... Uyutmaktan çok, unutmuş artık beni... Dünyada bir yerlerde bir masumiyet kırıntısı yerden havalanıyor rüzgarla uçuyor, ta kollarımı uzattığım pencerenin önüne kadar geliyor... Uzatıyorum kollarımı bir umutla, uzanıyorum, uzanıyorum, geri çekiliyor usulca, hiç belli etmeden, düşüyorum. Düşüyorum, düşüyorum... Rüzgar her şeyi alıp götürüyor... Zemin. Çok sert çarpıyorum bu defasında... Üstüm başım kan içinde. Başımı göğe kaldırıyorum, mavi değil artık, kıpkırmızı...

Tüm inandıklarım geliyor şimdi aklıma. Hayret. Unutmak için değil miydi bu kadar çaba? Ah, Mick ne güzel de diyor, hepsini siyaha boyuyorum...

Aynada kendime baktım biraz önce. Göz altı torbaları, iğrenç gözüken yağlı saçlar, onca biranın burdayım diye bağırdığı bi göbek, ifadesiz bi surat. Ayna kırılmak istiyor. Dünyada bir yerlerde hiç tanımadığım insanlar o aynalarda kravatlarını bağlıyor, saçlarını tarıyor, sevdiği kıza açılabilmek için provalar yapıyor, yattığım yerden hepsini izliyorum... Hepsinin tek tek hayranıyım... Hepsini tek tek öldüresim var.

Bir adam, dünyanın çok da iyi bildiğim bir yerinde tüm umutlarını bana bağlıyor, bir kadın, aramızda binlerce engel olan bir kadın ona hiç söyleyemediğim sözleri duyabilmek için rüzgara kulak veriyor, esip gidiyor rüzgar... Ben, ellerimde adressiz mektuplar olduğum yerde oturuyorum, penceremden düşmeden hemen önce.

Yine aynı şeyi yapıyorum tüm anlatacaklarımı birbirine geçiriyorum. Tek sebebi var, bu dünyada en çok bilmem gereken şeyi bilmiyorum... Binlerce şey bilen ben, bunu bilmiyorum işte...

Kendini bilmekle başla işe...

Yüzüm gözüm şişmiş, dayanamıyorum daha fazla... Uyuyorum, uyur gibi yapıyorum. Dünya bu göz kapatma numaramı yemiyor ama...

Duygu, biraz duygu? Mazhar ve arkadaşları da güzel demişler...Yalnızlık ömür boyu... Kendi kurduğum kalemde o kadar güzel bir hayat yaşıyorum ki... Tek nüfusun yaşadığı bu kalede her gün bir cenaze kaldırıyorum.

Kollarım iki yana açılmış, kırmızı halıdan içeri düşüyorum ve Swanney soruyor; "Beyefendi taxi çağırmamı isterler mi?" Ambulansın sesini duyabiliyorum.

Bir anda merdivenlerde buluyorum kendimi. Dört basamak sonrasında bir kapı var, ellerimde de anahtar. Zar zor çıkıyorum merdivenleri, anahtarı deliğe sokuyorum, açmıyor. Kapıyı yumrukluyorum son gücümle, kimse açmıyor, kimse açmıyor...

"Acınası hayat tarzı, sınavlar ve ilham vermeyen öğütler artık geride kaldı, önümüzdeki tek gerçek yol artık... Bizi görmelisin Anne, haydutlara benziyoruz, gittiğimiz her yerde dikkat çekiyoruz..." Zamanlardan geçmiş zaman, insanların çok tatlı konuştuğu kıtanın ortasında bir adam, Ernesto "Che" Guevera de la Serna annesine bu mektubu yazıyor... Ah, Ernesto...

Tam ortasındayken her şey dönmeye başlıyor...
Kollarımı uzatıp düşüyorum...
Düşüyorum...
Tüm dünya siyaha boyanıyor...
Aynalar kırılıyor...
Elimdeki mektuplar alev alıp yanıyor...
Bir bira şişesi elimden düşüp kırılıyor...
Duygu, biraz duygu...
Rüzgarda uçan parlak bir parçacık, küçücük bir şey...
Kapanan gözlerim...
Swanney...
Sirenler...
Yalnızlık Kalem...
Açılmayan kapı...
Ernesto...

Kendini bilmekle başla işe...

Midem bulanıyor, dünya yavaşlıyor ama asla durmuyor... Kusuyorum, tüm içimdekini bir kerede kapkara kusuyorum ve o kusmuğun içine yüzümü gömüp uyuyakalıyorum...

Pazar, Kasım 04, 2007

amaçsız

Blog, blog sevgili blog...

Beer, beer, tiddly weedly beer...

Boş sokaklar, amaçsız, düz yürüyüşler, amaçsızca gezicem diye çıktığın yürüyüşün bile bir amacı var, sokakların bile bir amacı var, reset...

Mark Renton gibi düşünmek istiyorum, yaşamı seçmemek.. Crap! Düşünebilecek beyin hücrelerim are unavailable...

Tuvalette büyük bi keyifle vücudundaki pisliği atarken bira içmek ne güzel! Ah...

Idioteque ve smack My Bitch Up dinlerken bira içmek ne güzel!

In fact, bira içmek ne güzel!

Siz insanları hala anlayabilmiş değilim...

Kafan güzelken uyuyamamak... Nedendir ki?

İnsan niye her hayal kuruşunda cesaretlendirir kendini?

İnsan niye cesaretlendirir kendini? Ani kararler verir, ve dünyanın en iyi bokuymuş gibi tapar bunlara?

Cenazemi izleme fırsatım olsa, ve müdahele etme şansım hepsine evlerine gitmelerini söylerdim... Sevgi gösterilerini hiç sevmem... Bi noktada hayatımdaki her insanı terk ettim, beni terk etmelerini isterdim, toprağa girmişim işte, saygı gösterin...

Bi gün hayatı seçmemeyi becericem...

Galiba bu gece üzerime gelen şok dalgasından bu kadar, sonrakinde görüşmek üzere...

O değil de, bira faalan, ne güzel...