Salı, Ağustos 07, 2012

Son

Merhaba.

Bu blogdan yaptığım son yayına hoş geldiniz. Bu, önemli bir an.

Ve hayır, intihar etmeyeceğim. Tam aksini yapacağım.

Geçmişe dönüp bakıyorum, neredeyse tam 6 yıldır buraya yazdım. Ergendim,yazdım. Ergenlik yaşımda olmasam da ergendim, yazdım. Canım sıkıldı, yazdım. Neşeliydim, yazdım. Sevgilim terk etti, yazdım. Heyecanlandım, yazdım. Neşelendim, yazdım. Saçma şeylerle ilgili yazdım, güzel şeylerle ilgili yazdım, yazdığım şeyleri arakladılar mutlu oldum demek ki beğenmişler diye, yine yazdım. Şimdi hiçbiri önemli değil. Tek önemli olan, bu yazının son olmasının sebebi şu; bir dönem bitti. Gerçekten şaşırtıcı ama bitti. Hayır, öğrencilikten de söz etmiyorum. Sanırım biraz baştan almam gerekecek.

Öncelikle şunu söylemeliyim; manyetik levitasyon prensibiyle çalışan ölçekli bir taşıma aracı ya da başka bir deyişle uçan bir treni dizayn ve inşa ettim. Evet mütevazi olduğum kısım bu kadardı, teşekkürler. Tam 3 ayımızı aldı bunu yapmak ama hayatımın en eğlenceli 3 aylarından biriydi. En sonunda "tren" pistin üzerinde havada asılı durur ve ileri gitmek için motorlarını çalıştıracak olan komutumuzu beklerken çocuklarla birbirimize sarılışımızı hatırlıyorum. Buna paha biçemezsiniz. Her neyse. Projeyi bitirdik, eh, projenin sayesinde okulu da bitirdik. Mezuniyet de efsaneviydi. Hayatımda en sarhoş ve kendimi bilmez olduğum beş geceden bir tanesi olabilir. Sırtımda patlayan şampanyalar, diplomamı almak için sahneye çıkınca yürüyemeyecek kadar sarhoş olup dekanı zar zor bulmam, Efe'nin kepini daha atmadan kaybetmesi, mezuniyet resmi çekilen iletişim öğrencilerinin çektiği tüm karelerde sarhoş makina mühendisliği öğrencilerinin poz vermesi... Efsaneydi.

Daha sonra İzmir'e döndüm. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bilmediğim bir nedenden ötürü bu şehirden tiksiniyorum, aynı zamanda seviyorum da. Bu tarif edemeyeceğim bir şey. Her neyse. Babamla olan anlaşmamıza sadık kaldım ve diplomamı aldığım günden sonra beş kuruş para istemedim bir kez daha. Birikimlerim falan filan beni bir süre idare edecek gibiydi ama ben de panikten çatlayacak gibiydim. Cebinizdeki paranın ışık hızıyla tükeniyor olması sizi bir tür paniğe sokuyor, gerçekten. Ben iş arıyorken tren projemizi supervise eden hocamız Asif, Çin'e, Dalian University of Technology'e gitti. Ardından Efe'yi ve beni yanına çağırdı. Asif'in sizinle tekrar çalışmak istiyorum, gelin yanımda master yapın konulu konuşmasını ilk kez okuduğumuz anı da hatırlıyorum. Diploma falan hikaye, birilerinin yaptığınız işi takdir etmesi ve size "gel moruk, tekrar beraber çalışalım" demesi içinizde volkanlar patlatıyor. Çin hükümetinin tüm masraflarımızı (okul ücretimiz, yurt kiramız, harçlığımız, kitaplarımız, vs.) karşılayacağı bir burs için bize referans oldu ve voila; eğer istersek Çin'e gidebiliyorduk. Bu gerçekten köklü bir plan değişikliğiydi hayatımızda. Bir yıl ertelemeye karar verdik. Şu an hala önümüzdeki Eylül ayında Efe ve ben 4 sene daha oda arkadaşı olup bu kez Çin gibi bir yerde her şeyin bokunu çıkartmak üzere bir araya gelebiliriz. Ama durun, hepsi bu kadar değil.

Hala daha acil paraya ihtiyacım vardı ve denize düşenin yılana sarılması prensibinden yola çıkarak bulduğum tüm yılanları deniyordum. Dayımın gel aile şirketi senin yerin oğlum teklifini reddettim ve bunun için çok geçerli sebeplerim var ama bunlarla canınızı sıkmayacağım. Bulduğum işte çalışmaya başladım. Benim teknik çizimlerden ve üretim departmanından sorumlu olacağımı söyleyen bir elektronik sistemler üreticisi şirketti burası. İş görüşmesini yaptığım anı hayatım boyunca unutmayacağım. İlk iş görüşmem olduğundan değil, en iyi iş görüşmem olduğundan değil. Kendimi en çaresiz hissettiğim an olduğu için sanırım. Patronla aramızda geçen görüşme şu şekildeydi,
-İngilizceniz nasıl Cenk bey?
-Anadilim gibi.
-Okulu da iyi bir dereceyle bitirmişsiniz.
-Bence çok iyi olmasa da iyi evet.
-İyi iyi. Solidworks biliyor musunuz?
-Windows kadar rahat kullanabilirim.
-Tamam pazartesi başlayın o zaman. Maaş ne düşünüyorsunuz?
-1200 lira ve üzeri istiyorum.
-Ahahahahah ilk iki ay asgari veririm. Sonra biraz arttırırız. İlahi Cenk bey.
-Asgari ücret ne kadar ki?
-Aahahhahah.

İşte bu çok kilit bir an, çok önemli. Tam bu anda aklıma ilk gelen şey babam, deniz ve yılanlardı. Bir yandan adama "işinizi götünüze sokun beyefendi. ben bu şirketin neredeyse 4 katı büyüklüğünde bir şirketin sahibi sayılırım, makina mühendisiyim, aklınıza gelemeyecek şeylerle uğraştım ve asgari ücreti mühendislikle hiç alakam olmadan evden çalışarak da kazanabiliyorum" demek için yanıp tutuşuyordum ama öte yandan aklıma babamla yaptığım anlaşma ve hızla tükenmekte olan banka hesabım geldi. Adamın elini sıktım, pazartesi görüşeceğimizi söyledim ve gidip sakallarımı tıraş ettim.

İlk başlarda çok sıkıcıydı her şey, bir süre sonra sanırım biraz bana gaz vermek biraz da bu paraya bu herifi bulmuşuz daya sorumluluğu mantığıyla beni üretim müdürü yapıp al sen bu adamlardan sorumlusun dediler. Tam bu sıralarda hayatımda başıma gelen en efsane en muhteşem şeylerden birisi başıma geldi. Evet, Çin'de bedavaya 4 yıl yaşayıp plazma sistemleriyle repulsor deneyleri yapmaktan bile iyi olabilir. Bunu kısaca özetleyerek rezil etmeyeceğim. Adam gibi anlatacağım.


Boktan işimde çalışıp akşamları Yasin'in salonundaki kanepeye gelip kıvrıldığım günlerdi (gerçi an itibariyle hala o günlerin içindeyiz). Mert diye tasarımcı bir çocuk vardı, Murat'ın arkadaşı. Eskiden beri tanıdığım, benim yanımda bile dev olan bir adam. Oturmuş çay içiyorduk. "Ben İstanbul'a taşınıyorum" dedi. Neden diye sorduk. "TT Choppers'da işe başlıyorum" dedi. Bilmeyenler için bilgi vermem gerekirse; TT Custom Choppers Türkiye'nin Orange County Choppers'ıdır. Tek Türk motorsiklet markasıdır ve sadece yüksek gelirli kesim için uçuk fiyatlı ama uçuk performanslı/tasarımlı motorsikletler üretirler. Tabi ki buna çok sevindik, adamı tebrik ettik. Bir bayram havaları. Adamın çalışmaya başlayacağı şirketin yaptığı iş bir noktada  makina mühendisliği işine girme sebebimdi. Ben O.C.C.'yi Discovery'de izleyerek büyüdüm ve motorsikletleri kadınlar kadar severim. Açıkça söylemem gerekirse o an Mert'i kıskandım. Hayal gibiydi yapacağı şey. O anda bana döndü ve şu büyülü cümleyi kurdu;

"Abi adamlar makina mühendisi arıyorlar aslında üretimi denetlemesi için, proje geliştirmek için öyle teknik bir yapıya sahip adam lazım aslında, bir yollasana CV'yi."

Bu noktada durdum. İstanbul'da hiçbir şirkete başvurmamıştım. Tüm planlarım aptal işlerde çalışıp askere gidip gelmek ve sonra da Çin'e taşınmaktı. İstanbul hayli gözümü korkutuyordu. Yaşamak, para, bilmemne. Cesaretsizlik. Öte yandan çalıştığım yerde her geçen gün köreliyordum ve zaten halihazırda bin tane şirkete CV mi yollamıştım bir tane daha mail atmakla başıma ne gelirdi ki? Maili yolladım.

İki saat sonra telefonum çaldı. Telefondaki hanımefendi geç bir saatte aradığı için özür diledi, iş başvurunuz için arıyorum dedi ve haftasonu görüşmeye gelip gelemeyeceğimi sordu. O anı daha sonradan hatırlamak (sanki unutacakmışım gibi) ve tarif edebilmek için defterimi çıkarıp ne hissettiğimi birebir olarak not aldım. Karşıyaka iskelesindeydim, vapuru bekliyordum, o gece Yasin'in kanepesinde kıvrılmayacaktım ama artık hiçbiri o kadar da önemli değildi, walkman'de 'My Way' çalıyordu (bu çok manidardı) ve ben gülümsememe hakim olamıyordum. Ağzımı düz hale getiremiyordum, insanlar aptal aptal suratıma bakıyorlardı ve ben de onlara gülümsüyordum. İşe kabul edilmek önemli değildi, reddedilme korkumun yerinde yeller esiyordu. İlk kez bu kadar net bir dönüş almıştım ve bu iş hayalimdeki şeydi. Bütün gün saçma bir ofiste oturup aptal şeyleri denetlemek değildi. İşin içinde motorsikletler vardı, 5 yaşındaki halimin kurduğu hayaller vardı ve ben görüşmeye gidecektim. Cebimde beş kuruş para yoktu, ama gidecektim. Gittim.

Aslına bakarsanız ilk görüşme pek de cesaret verici değildi.

Genel hatlarıyla işten bahsettik, benim hedeflerimden bahsettik, adamların istediklerinden. Konuşma tam bir "biz sizi arayacağız Cenk bey" diye sonlanacak konuşmalar listesindeki ilk yere doğru ilerliyordu ama o anda yine garip bir şey oldu. Bu iş görüşmemdeki konuşmayı da aktaracağım anlatmak için;

-Bir portfolionuz var mı Cenk bey?
-Portfolio?
-Ya bizim patronumuz biraz değişik bir adamdır. Tasarımcı gibi mühendislerden de portfolio görmek istiyor, ne yaptığınızı bilmek istiyor bugüne kadar. Projeleriniz falan varsa ve yollarsanız yardımcı olur patronumuza sizi göstermemiz açısından.
-Proje diyorsunuz?
-Evet.
-Projenin kralı var.
-Haha, gerçekten mi?
-Evet, İzmir'e döner dönmez yollayabilirim.

Gerçekten de elimde projenin kralı vardı ve bizim küçük trenimiz ikinci kez bir halta yarayacaktı. Oysa ki onun yalnızca kızlara "ben uçan tren yaptım" diye anlatacağımız havalı bir şey olduğunu düşünmüştük ilk başta. Eve döner dönmez projemi yolladım ve birkaç hafta içinde İstanbul'a geri çağırıldım, ikinci kez görüştük. Tekrar açık konuşmam gerekirse hiç umutlu değildim, yavaşça yılıyordum, daha önce de belirttiğim gibi gittikçe köreliyordum ve aradan geçen süre de hiç yardımcı olmamıştı. İstanbul'a yine beş parasız ve 14 saatlik rötarlı bir araba yolculuğunun sonunda gelmiştim. Şirketin olduğu yere vardığımda vücudumdaki her kemik sızlıyordu, leş gibi terliydim, bitkindim ama aklımda tek bir düşünce vardı, Apollo Creed maçına çıkan Rocky gibi; "başladığım işi bitireceğim". Evet, sonucu ne olursa olsun, boşu boşuna da oraya gitmiş olsam, sadece basit bir red duymak için de olsa buraya gelmiş olmaktan mutluydum. Son raundu görmeden, son zili duymadan yere düşmeye ya da havlu atmaya niyetim yoktu. Kafamın içinde bunlar dönüp dururken bana cennet gibi gelen o şirketin kapılarından içeriye ikinci kez adım attım. Daha önce görüştüğüm hanımefendiyi buldum ve "merhaba ben geldim" dedim. "Patronumuz yine yok, durun bir telefon açayım" dedi. Sabrım ve cesaretim tükeniyordu. Telefon açtı. Uzunca bir süre hmhm hmhm hmhm hmhm hmhm hmhm şeklinde konuştu, telefonu kapattı ve bana döndü.

"Cenk bey, patronumuz yemekteymiş ve geç gelecekmiş, yine sizinle görüşemeyecek" dedi.

Tekrar ağzını açana kadar geçen yarım saniyelik nefes alma süresinde tüm evrene küfür ettim. Bir kez daha beni görüşme için çağırırlarsa bunu tekrar organize edecek kadar kaynağım veya şansım yoktu. Tam beziyor ve son derece cayıyorken kadın konuşmaya devam etti;

"O yüzden sizden özür diliyor ve maaş, sigorta, çalışma saatleri gibi bilgileri size benim aktarmamı rica etti."

Duyduğum şey aklımın yarattığı bir ilüzyon, sanrı olabilirdi ya da yorgunluktan bayılmış olabilirdim. Bunları tekrarlattırdım, sundukları şartlar mükemmeldi benim vaziyetimde biri için. İki hafta içinde gelebileceğimi ve başlayabileceğimi söyledim, kapılarının sonuna kadar bana açık olduğunu söyledi. Şirketi bana gezdirdi, yapacağım işi üstünkörü anlattı, rüya gibiydi diye klişe bir tanımlamayı yapmam için her şey uygundu. Oradan çıktığımda tap dance yapabilirdim ama bunun için fazla yorgundum. İçimi boşaltmışlardı sanki. İzmir'e nasıl döndüm, kaç saat yolculuk ettim hiçbirini çok net hatırlamıyorum.

Şu anda o bahsettiğim iki haftalık sürecin son 5 gününe giriyoruz. Heyecanlı olduğumu söylememe gerek yok sanırım.

İstanbul'a taşınıyorum. Hatırlıyorum da 5 yıl önce bunun hayalini kurardım. Ama bu şekilde olacağını hayal bile edemezdim. Şu konuda çok netim; bundan 6 ay önce birileri gelip biz internetten TT'nin yaptığı motorlara hayran hayran bakarken "bu adamlar seni işe alacak" deseydi "siktir git başkasıyla dalga geç" derdim. Hayat ne garip, bazen uçan bir tren yapmanız gerçekten işe yarayabiliyor (evet bununla hep bu şekilde gurur duyacağım ve bu yazıda birkaç kez daha vurgulayabilirim yazının seyrine göre).

Şu anda işteyim, çalışıyorum ama işten fazlasıyla kopmuş durumdayım ister istemez ama yapabileceğim çok da bir şey yok, bırakmaya hazırlanıyorum.

TT işi ve birkaç tane daha farklı gelişmeyle hayatımdaki bir dönem sona ermiş oldu. Garip geliyor biliyorum bana bile garip geliyor ama bir sabah kalktım ve o anda hayatımdaki her şey yolundaydı. Aile, kadınlar, iş,  her bir şey, aynı anda. Bu 7 yıldan beri ilk kez hissettiğim bir şeydi. Kontrol altında tutmaya uğraştığım hiçbir faktör alarm vermiyordu, mutluydum. O anda anladım ki 7 yıldır içinde bulunduğum, dönüp durduğum şey sona ermişti. Yeni bir hayata başlayacaktım. Heyecanlandım ve başım döndü. Yedi yıl ışıkları kapatıp en sonunda bir anda açmayı deneyin, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. O an artık çocukluğuyla beni canımdan bezdirmiş ve aklımdan çıkmayan eski sevgililerim aklımda yoktu, ilham vermeyen öğütler hayatımda yoktu, acınası yaşam tarzı yoktu. Tek kelime;

Mutluydum.

Mutluyum.

Bir sabah yanımda yatarken güzel kadın şöyle dedi;
"10 gün sonra beni bir daha göremeyeceksin, Paris'e taşınacağım. Hem sonra belki TT' de seni beğenmeyecek, bir ayın sonunda işten kovacaklar, istemeyecekler. İzmir'e dönmek zorunda kalacaksın. Askere gideceksin belki. Ya da şu anda o nefret ettiğin işte çalışacaksın yine asgari ücretle. Hatta o adamlar bile seni geri almayacak. Çin'e de gidemeyebilirsin. Tüm bunlar olursa ne yapacaksın?"

Düşündüm. Hayatımda ilk defa cevabı buldum. Gerçekten de ilk defa böyle bir soru için doğru çözümü ürettim kafamda. Aslında en başından beri yaptığım şeydi bu ama formülize etmem zaman almıştı. Tam 7 yılımı almıştı hatta. Aklıma Ecem'in beni terk ederken "şimdi ben gidiyorum ya derslerin falan da çok kötü olacak değil mi?" deyişi geldi. Ecem'in beni terk ettiği dönem ortalamam 3.55 olmuştu, akademik tarihimde ilk kez high honour olmuştum. Sonuç olarak cevabı buldum. Gülümsedim.

"Eğer tüm bu dediklerin olursa tekrar bu kadar mutlu olmak için bir plan yapacağım ve tekrar her şeyi yoluna koyacağım. Bu şekilde olmazsa başka bir şekilde, yine yanılır ve hataya düşersem yine başka bir şekilde sürekli tekrar planlayıp deneyeceğim ve tekrar yapacağım."

Uzun süredir ilk kez özsaygım ve özgüvenim onları gömdüğüm yerden dışarı çıkıyorlardı. Mutluydum. Tekrar gülümsedim. Yüzüme taktığım maskeden değil, gerçek gülümsememden bahsediyorum.

İşte bu yüzden bu yazı bu blogun yaptığı son yayın, çünkü öyle olması gerekiyor. Bu, önemli bir an.

Bugüne kadar hep okuduysanız, hepinize teşekkürler. Ara sıra okuduysanız, onun için de teşekkürler. İlk kez okuyor ve 6 yıllık gündüz düşlerim, serzenişlerim, sancılarım, sanrılarım, mutlu olduğum anlar ya da herhangi bir şey üzerinde herhangi bir saçmalamamı dinlemek isterseniz size güzel şeyler anlatabilirim, aşağı doğru buyurun.

Eğer başka bir blogda başka bir şeyler yazmaya karar verirsem -ki vereceğimdir muhtemelen- linkini buraya yazarım.


Bitti.

-C. ya da genelde attığı imzasıyla; Ace.


Cenk'in Sonsuz Sayılı Günleri

tophane'de bir evde uyandı tayyar ahmet,
yanında meçhul abla; garabet mi garabet
dayadı ağzını musluğa,
yabancıyım buraya bu kusmuğa dedi.
kuyuya düşmüş it gibi; telaşlı aptal bitkinim.
ama yine gelir beni bulur bu kafa.
moruk,yok böyle bir sinema.

çıktı hatunu uyandırmadan şekilli otomat yandı basmadan!

bak bu asansör türk.
dur'a bas kalalım arada derede arada...
inecem ben burda.

vurdu yola tayyar ahmet,
kırdı dümeni beyoğlu'na.
tekimiz bok hepimiz çok diye selam verdi elin oğluna.
yolda burda bi yerde aklı rakıda ciğerde.
cuma günü içmez ama daha ilerde illallah.