Perşembe, Mart 22, 2007

Aç Kanatlarını...

Küçük beyinli insanlar yalnızca hayaller hakkında konuşurlar... Tek yapabilecekleri konuşmaktır çünkü... Kendilerine yalanlar söylerler sanki bi gün bir şeyler gerçekleştirecekmiş gibi erteleyerek kendilerine sözler verirler hep yarın yapacakları... Küçük beyinli küçük insanlar yalnızca hayaller hakkında konuşurlar... Ve senin büyük hayallerinle de alay edeceklerdir... Yapacaklar, bu kesin... Çünkü sen onların hayal bile edemeyeceği kadar büyük düşünebilirsin, nasıl alay etmesinler? Kendi küçük, minik yarın hayallerine o kadar saplanacaklar ki senin içinde yanan ateşi asla göremeyecekler, gökdelenin giriş kapısının tepesine bile bakamayan biri gökdelenin tepesine çıkmayı nasıl düşünsün ki? Küçük beyinli insanlar yalnızca hayaller hakkında konuşurlar... İçindeki ateş iyice alevlenip onları kör etmeye başladığında sakın durma... Özel insanlar vardır; belki her insan özeldir ama yalnızca birkaçı bunun farkına varacak kadar şanslıdır... Bazıları bu bilgeliğe hiç ulaşmadan ölüyor her gün, sen onlardan biri değilsin... Dedim ya tüm insanlara verilir dünyayı değiştirme gücü... Ama bazıları dünyayı değiştirmeyi uyumaya tercih eder... Sadece bazıları diğerlerinin beyinlerinin alamayacağı kadar büyük düşünmeyi becerir... Yalnızca bazı insanların geceleri uykuları kaçar tüm hayalleri ve hedefleri akıllarına gelince... Yalnızca bazı insanlar tüm dünyayı kontrolüne alır... Küçük beyinli insanlar yalnızca hayaller hakkında konuşurlar... Onlar burada devreye giriyorlar işte... Onlar olmasa sen ne yapardın? Kime bakıp hırslanırdın? Hem ayrıca bir çobanın koyunları olmazsa ne yapar? Ya da o koyunlara saldıracak kurtlar olmazsa? İyinin ölçütü kötüye göre belirlenir... Onlar olmazsa seni özel kılan ne olurdu ki söyle bana? Birileri sürekli senin hayallerinle alay etmeli ki devam et denemeye...

Peki sen ne yapcaksın? Tahmin edilemeyeni tabi ki... Küçük beyinli insanlar tahmin edilebilirdir çünkü yapacaklarını kolayca kestirebilrsin... Sen, gerçekliği değiştireceksin çünkü sen bunu her şeye tercih ettin, kendi gerçekliğini değiştireceksin, dünyayı değiştireceksin... Büyük hayallerini gerçek yapacaksın... Ve küçük beyinli insanlar da izleyecekler... İbret alacaklar mı? Bir şeyler öğrenip değişecekler mi? Hayır... Sana dahi, şanslı falan gibi aptal sıfatlar takıp kendilerini haklı çıkaracaklar yine... Sen ne yapcaksın? Bu sefer onlara bakmayacaksın bile... Dünyanın zirvesinde olan bi adam kapıyı bırak gökdelenin çatısını bile göremeyecek kadar yüksektedir çünkü... Sen başarınla daha da hırsanıcaksın sadece hayallerin büyümeye devam edecek, asla gerçekleştirdiklerinle yetinmeyeceksin... Onlar ne mi yapacak bu arada? Durmadan yemeye, içmeye, zamanında uyuyup kalkmaya ve kendi hayalleri hakkında, senin hayallerin hakkında konuşmaya devam edecekler...

Artık biliyorsun, imkansız yoktur... Aç kanatlarını, daha da aç... Birileri bunu yapmalı çünkü... Küçük beyinli insanlar hayaller hakkında konuşacaklardır, sakın onlara hayallerini kanıtlamaya çalışma bunu hak etmezler çünkü... Senin başarmaktan başka bir şansın yok... Onlar bunu bilmezler... Bırak onlar sen koşarken uyusun önde olmak her zaman iyidir, sakın bir an bile olsa özenme rahatlıklarına... Tüm varını yoğunu ortaya koyup hepsi için oyna... Onlar bunun yüceliğini bilmezler... Ve sakın kanatlarını açıp uçma şansın önüne geldiğinde o anı kaçırma, onlar böyle anların farkına varmazlarr bile...

Çarşamba, Mart 07, 2007

Kimya Deneyleri...

Efendim biz bu dönem makineciler olarak ki biz kısaca makinistler diyelim, kimya diye bi ders alıyoruz... İyi güzel tamam bir de bunu laboratuar kısmı var... Bak bak dur bakalım daha neler olucak... Şimdi bu lablar o kadar matrak oluyo ki aklın durur sayın okur... Deney tüpleri, buzlar, asitler, gazlar falan derken bi şamata bi şamata ama bunların hiç biri işin asıl komedisini oluşturmuyor tabi... Asıl komedi biz makinistlerde... Sen tut bizim gibi adamları lab.a sok... Ki bi de bu adamlardan biri(aramızda kalsın ben) lise-1de kimya lab.ını yakmış olsun... Bak mesela biz aşağıdaki çalışmada "4 tane yeni uyanmış önlük giymiş dana" olarak güzel bi poz vermişiz...

Heheh... Görünce tekrar güldüm ya... Ulen ne işi var sizin gibi adamların lab.da asitle masitle? Hadi gidin uyuyun allah cezanızı vermesin...

Sıra Karalamaları....

Hoca dakikalardır sıkılmadan konuşmuştur... Artık beyinler pörtlemeye başlamıştır... Sıcak güneş sırtına sırtına vurmaya başlamıştır... Kitap, defter, tahta, bilgisayar monitörü, duvardaki sunum... Hepsi kaymaya başlamıştır görüşünden... Gerçekten canın sıkılmıştır... Peki ne yaparsın? Alırsın eline kalemini şöyle arkasına bir kere basarsın... (Kalemin başka neresine basılır ki? - yandan basılan kalemler var diye ukalalık yapma sayın okur biz de biliyoruz nitekim...) Çekersin defteri kitabı önünden... Koca sıra senindir artık ve zerk edersin kalemi sıraya... Belki en başarılı eserlerimiz sıraya çizdiklerimiz değil ama en rahatlatıcı olan onlar değil mi??
Bakın burada ingilizce dersinde 10 dk.da draftladığım mini naruto'm var...
Bi nebze başarısız olmuş ama napıym hoşuma gitmişti... Vurma yüzüme pek sevdiğim okur tamam pek naruto değil gibi ama beyaz vernikli tahta sıra o!... Gelme üzerime bu kadar...
Bir sonraki de Atıl-kun'un fizik dersi eseri...
O da çizince bunu pek beğenmedi ama napalım derste bu kadar işte... Vandal eğlemlerimiz sürecek sayın okur... Tavsiyem o ki sen de çiziktir canın sıkılınca iyi geliyo bünyeye... Yuh be! O kadar mı yeteneksizsin? Adını yaz bari Ahmet falan diye ne bileyim Fener,Cimbom falan yaz... O da mı yok? Allah seni ıslah etsin okur...

Pazartesi, Mart 05, 2007

Bulaşık Sorunsalı

Ya dikkat ettim de insanlarda bi bulaşık yıkama aşkı yemeği yedik hadi bulaşıkları da yıkayalım şimdi yoksa olmaz gazı kaçar tripleri... Okurcu sen sanmaktasın ki ben de öyleyim? Hiç değil!!!

Bak ben açıkça söyleyeyim... Ben bulaşığı yemeği yedikten sonra değil, yemeği yemeden önce yıkarım... Noldu? Şaşırdın bakıyorum? Şöyle anlatayım; benim Erkin diye bi kankam var oda arkadaşım kendisi biz beraber yeriz, içeriz, müzik dinleriz falan filan yani 7x24 beraber... Ne zaman bişey içsek veya yesek tüm bulaşığı yığarız banyoya... Onlar bi 2 ay falan orda durur çürür böcekler ekosistem oluşturur içlerinde... Sonra günlerden bir gün ben Erkin'e derim ki; "Eh kanka bi vodka ayarlayalım da içelim güzel olalım güzeller güzeli olalım hatta..." vb cümleler kurarım... İşte o vakit bardakların bıcı bıcı vakti gelmiştir... Çıkarırız onları derinlerden bakarız içlerinde böcekler var onlardan rahatsız ettiğimiz için özür dileriz sancılı bi anlaşma süreci yaşarız böcek arkadaşlarla "abi valla iki kadeh atalım geri koyucaz bardakları" deriz "tamam gençler çok içip de asabımı bozmayın" der onlar da... Çok anlayışlı bu hamamböceği ve sivrisinek arkadaşlar... Neyse konumuz o değil şimdi... Bardakları alıp ince bi dirilme sürecine sokarız...
Yukarıda kaynar-sulanmış ve deterjanlanmış vodka bardaklarımızı görüyorsun sayın okuyucu... Bu ön çalışma süreci bir iki gün sürer tabi nitekim o bardaklar öldürücü olabilir...

Ve sonuç...

Yukarıdaki ön çalışmanın bir sonucu olan "madem bardaklar ok, vodka da var oooh içelim kankaa" adlı bu çalışmamda da sonucu görüyorsun pek sevdiğim okuyucu...

Sonuç olarak demem odur ki bulaşıkları yemeği yiyince yıkamayın, gereksiz oluyor zira...

Perşembe, Mart 01, 2007

Denizdeki şişelerle notlar yolladık adamızdan...

Yol çizgisiyse yaşam,çizgiler kesik kesik olduğunda insan durmamalı,
Aşkı bulduğuna emin olduğunda bırakmamalı...
Bunu yapmadı mı her biri kendi hayallerinin kahramanı olan çocuklar?
Bunun için acı çekmedik mi?
Oysa ki tek istediğimiz bulduğumuz son kar tanesine tutunup gökyüzünden süzülmekti,
Biz burnumuzun üzerine düştük...
Kanı gördük suratımızdan boşalan,
Her bir damlası için intikam yeminleri ettik...
Tutamadık onları,kanlar içimize aktı...
Kanatlarımızı kırdılar bizim!Balmumu değildi eksik olan,
O kanatlara güç veren rüzgardı...
Denizdeki şişelerle notlar yolladık adamızdan...
Birileri yüzünde sırıtışlarla biriktirdi o şişeleri; hepsini toptan kırmak için vazgeçtiğimiz gün...
Kırdı da! Vazgeçtik çünkü;
Gücümüz kalmadı,kağıtlarımız,mürekkebimiz,adamız,denizimiz tükendi... ( C. B. )


Lise zamanları melankolimin kağıtlara iz düşümlerinden biri... Fena yazmamışım aslında,beğendim bile diyebilirim...

Çarşamba, Şubat 28, 2007

Zamanın donduğu yerdeyim...
Çabuk büyümeliyim...
Değişip değiştirmeliyim çevremdekileri de...
Umulmayanı yapıp şaşırtmalıyım...
Unutmalıyım...
İyi adam olma çabamı bırakmalıyım bir kez daha...
Son isteklerim bunlar hayattan şimdilik...

Pazar, Şubat 11, 2007

Horizon Always Keeps Comin...

Sabit durmaktan benim kadar sıkılan biri yoktur herhalde... Kabına sığamayan ruhumun bazen "yol... yol..." diye yakardığını duyabiliyorum... Her şeyi sırtımın baktığı yerde bırakmayı çok seviyorum bazen, tozu dumana katarak gözlerimin görebildiği kadar uzağa gitmeyi çok seviyorum... Bir gün öyle bir an gelicek ki tüm ilham vermeyen öğütleri geride bırakıcam motorumun sırtında... Ufuk çizgisi tek hedefim olucak gidebildiğim kadar uzağa...

Hadi bakalım Don Quixote! Sür Rosinante'yi de gidelim...

Salı, Şubat 06, 2007

Anime Çılgınlığı

Uzaydan roketle fırlatıldığını sandığımız japonların bir başka icadı da anime dir sevgili okurcum... (bir başka icadı da derken aslında kullandığımız hemen her şeyin japonlar tarafından icad edilmiş olması teorisini de desteklemiyo değilim sevgili okurcuk-senin de japon olduğunu varsayıp küçültme efekti kullanıyorum) Anime kendine özgü çizim tarzıyla gönüllerimize taht kurmuş olan bir sanat dalıdır ya da bir başka açıdan sadece çizgi filmdir veya animasyondur ama çizgi film deyip bir kenara atamazsın öyle arkadaşım! Japon yapıyo lan onu bi kere atılır mı kenara? Watashiba Caaaanddyyyy!! diye bağıran salak sarışın kızdan tut Card Captor Sakura ya ordan Pokemon a Yu-Gi-Oh ya kadar bir çok anime görmüştür yurdum çocuğu,yurdum genci televizya insansısı... Ama aynen Matrix de olduğu gibi tüm bunlar televizyalarda gösterilen bir takım animelerdir... Yani "real world" adını verdiğim( yani matrix olduğunu düşünerek benzeştirdiğim yoksa Wachowski kardeşler vermiş zaten o adı filmi yaparken-sus! kopyacı,tacı,bacı,acı...) asıl animeler bambaşkadır bunlardan...Haa pokemon da yerine göre güzeldir sakura desen bazılar için o da candır(ya da kız olduğundan chan dır bilmiyorum...) ama bunlar bahsedeceklerim yanında ohooo hava gazı...(hava gazı?) Şimdi diyceksin ki şaşırmış okuyucu animein de iyisi kötüsü b.ku püsürü mü olur? Olmaz mı derim sana! Japon bile böyle çeşit çeşit ama adamlar bak ne kadar akıllı!! Her kesime hitap ediyor... Neyse komplo teorilerim de başka blogların konusu(o blogların adresleri yok burda hükümet bulmasın diye)... Ben asıl konuya seğirttiriyorum inceden tamam efendi ol çarpıya götürme cursorı!!! Bahsedeceğim ilk anime F.M.A. nam-ı diğer Full Metal Alchemist! Arkadaşım nedir f.m.a.? Simya adını verdiğimiz bir bilim dalının vuku bulduğu bir dünyada geçen ve iki kardeşin öyküsünü anlatan çılgın bir animedir! Bu iki kardeş tüm simya yasalarını hiçe sayıp(en basic yasa law of equivalent trade=hiç bir şeyi yoktan var edemezsin ve elde etmek istediğin her şey için aynı değerde bir şey feda etmen gerekir...) ölen annelerini geri getirmeye çalışırlar... Dünyada anneleri kadar değerli feda edilebilecek bir şey olmadığını anladıklarında küçük kardeş Alphonse vücudunu büyük kardeş Edward ise bacağını yitirmiştir... Ed, Al'ın ruhunu dünyada tutmak onu bir zırha koyar ve bunun için de kolunu feda eder(ona neden full metal alchemist dendiğini hala merak etmiyorsunuz ya takılan kol ve bacaktan sonra?) İşte 51 chapter lık bu anime bu kardeşlerin vücutlarını geri alma çabasını anlatmaktadır...F.M.A. gerçekten efsane bir anime herkes izlemeli... Neden mi? Utanmadan neden dedin yani? Allah ım sen ıslah olamzsan okurcu!! Neyse... Bi kere FMA konu bakımından gerçekten başarılı Al ve Ed arasındaki kardeşlik bağı,diğer karakterler falan derken alıp götürüyor zaten... Öte yandan çizimleri de süper,konsept şahane(hayır vermiyolar para falan ya...) babamla amcama(en yakın arkadaşına) bile gereken dozlarda aşılıyorum damardan daha ne olsun okuyucu arkadaşım!! Direk izle diyorum o kadar!!





Bahsetmek istediğim 2. anime de Bleach! Bleach i de nasıl anlatsam ki sayın okurcu-san?Kurosaki Ichigo adlı güzide insan henüz 15 yaşında bir gençtir... Çok da sıradan bir şekilde çocukluğundan beri hayaletler falan görmeye de o kadar alışmıştır ki bir gün Rukia adlı Shinigami(ölüm tanrısı) ona gelip de aslansın sen kaplansın sen süpersin he-man gibisin sen de bi ruh gücü var burdan koysan katana yı karşıdaki kötü ruhlar yarılır gibi gaz verince hiç şaşırmaz bile...Rukia nın güçlerini alıp onu ölüm anında kurtarır ve kendisi de bir shinigami olur... Normal shinigami gücüyle 1 metre boylarında olan kılıç Ichigo nun elinde 2 metreye yakın efsane bir boyut alır bu bile ne kadar güçlü olduğunu vurgularcasına bizim gözümüze sokulmaktadır sayın okuyucu-kun... Ama rahatsız mıyız?HAYIR! Şikayetçi miyiz? HAYIR! Çünkü Bleach süper Bleach hasta Bleach efsane Bleach çılgın Bleach kallavi Bleach izle Bleach download et Bleach konuş katana al kes biç hayalet gör shinigami ol falan... Öhöm pardon kontrolümü yitirdim bir an okuyucu-sama...





İşte sayın okur bu ikisi süper kitleyici animeler ha bir de Naruto var ama ona hiç girmeyeyim hayatta çıkamayız o zaman burdan...Şu kadar söyliyim Naruto da süper ama... Eğer ben gavatım anlamam falan derseniz bu hafta en çok bölüm download yapan okuyucuya(evet sen tek okuyucu değilsin okuyucu-san yaa kandırdım seni...) kuzenin telefonunu vericem ayrıntılı bilgi alınsın diye...






Ya bu posta son verirken aklıma geldi bi de ben küçükken hasta olduğum Kaptan Tsubasa vardı... Onu ve Wakabayashi yi aldılar mı en sonunda japon milli takımına zira ben görmedim geçen dünya kupasında? Olsun yine de o günleri bile deli özledim okuyucu...




Pazar, Şubat 04, 2007

Hazırım...

Uyandım sabah... Ağzımdaki tükürük tadını bastırması için kahve tadıyla değiştirdim onu... Duş aldım... Suların vücudumu ıslatmasını izlerken arındım sanki buz gibi suyun altında... Çıktım ve aynada kendimi izledim bir süre. Aldım elime jileti sonra da sakallarımı tıraş ettim ve saçımı taradım...Sonra mı? Giyindim sıkıca... "Jilet gibi" derler ya tam öyleydim artık... Artık hazırdım. Durdum bir an için ama yok hayır durmanın zamanı değildi o an, gerçekten hazırdım -galiba- ... Yumruklarımı sıkıp çaktım kibriti... Yaktım her şeyi bir anda ortasında durup izledim... Yüzümdeki isi bir mendile sildim, mendilde tanıdık bir koku, şey gibi... İlk sevgilim gibi... Annem gibi... Neyse dedim ya durmanın zamanı değildi o an... Yola koyuldum alevlerin her şeyi yuttuğuna emin olduktan sonra. Ben dursam ayaklarım durmazdı, beynim, çok güvendiğim beynim bırakmazdı beni yarı yolda... Kontrolü kaybetmek mi?Hayır bu öyle bir şey değil kontrol tamamıyla bende... Aldım telefonu elime son aranan numarayı tuşladım bakmadan telefonu kulağıma götürüp cevabını bildiğim soruyu sordum... "Hazır mısın?" Cevabı neredeyse beklemeden kapattım telefonu ve fırlattım denize... Gittiğim yerde ona ihtiyacım olmayacak ki... Her şeyden sıyrılıp çıktım yola... Gerçekten hazırım... Galiba... Neyse durmayacağım...

Bugün kendimi kendi korkularımla tanıştırmıştım... Tanıştıklarına memnun oldular... İkisinden biri için dar bu şehir bir tanesini yaktım bıraktım kül ettim ben de ... Gittiğim yerde ona da ihtiyacım olmayacak... Ama hala düşünüyorum acaba hangisini yaktım? Neyse geçti artık vakit durmak vakti değil...

Jilet gibiydim yola çıkarken... Dik tutmaya alıştığım omuzlarımın üzerinde çok güvendiğim beynim, elimde içi silah dolu gitar çantası, deri mont... Evet çok sevdiğim bir filmdi bu belki de emin olamıyordum ama emin olduğum bir şey vardı... Saçlarım düzgündü... Silahlarım doluydu... Hazırdım yola... Galiba...

Maximum Velocity

Hız...Hız nedir insan hayatında?? Hani "gençken çok hızlıydım..." falan derler ya ondan bahsediyorum tamamen... Nedir burda bahsi geçen hız? Minimal sürede maksimum kızı tavlamak falan mı gençken? Hani fırlama gençlik dönemi dediğimiz durumlar falan filan... Bence öyle değil...

v=x/t ise ve a=v/t ise benim çok güzel bi planım var hız ve ivme için... 13 yaşında ilk profesyonel basketbol lisansı, 16 yaşında lise mezuniyeti, daha 17yi sonlandıran yaş gününü görmeden üniversite 1.sınıf öğrenciliği,18 bitmeden tam ASME üyeliği, 21i devirmeden üniversite diploması üzerinde yazan güzel notlarla...25 bitmeden askerlik ve master...Daha sonra MBA falan filan Avrupa'nın çeşitli kentlerinde çalışmalar daha sonra 30lar bitmeden Avrupa'ya yerleşmek ve 40lar bitmeden tüm işleri bi yana bırakıp güzel bahçeli evde çocuklarla top oynamak... Hız budur... Evet,hızlıyım o yüzden durmayın önümde...

Salı, Ocak 23, 2007

Time 'ter Leave...

Ah çabuk bitti İstanbul seyahatim... Daha doğrusu çabuk bitmedi de bana öyle geldi galiba... Bir kaç şey değiştirdim hayatımda şu geçen sayılı gün içerisinde... Çok sevdiğim bir dostum şöyle demişti bana son veda edişimizde: "bir odağın olsun hep, kafanda hep bir hayalin olsun ve gerçekleşene kadar durma çalışmak gerçekleştirmek için tek yolun,sakın durma..." Galiba burda o odağı buldum... aslında hep bir tane vardı kafamda mantık çerçevesi içinde kendime çizdiğim bir yol vardı ne bileyim işte "çalış kazan zengin ol"un bana uyarlanmışı... Ama belki de sorun onun henüz bana çok uzak olmasıydı,18ini bile henüz doldurmamış biri bazen birazcık da olsa yavaşlamalı bunu herkes kabul etsin...Ve evet hayatımın bu geçtiğim döneminde belki biraz olsun yavaşladım şimdi bakınca anlıyorum bunu... Durdum burdayken ve düşündüm; uzun vadede değil ama kısa vadede odağım ne benim?

Burda başka bir konuya girmek istiyorum(söz bağlıycam hepsini dur bi dakka)... İnsanların beni hep gördüğünde sorduğu şu;Kıbrıs nasıl? Cevabı vermek bu insanlara kolay çünkü istedikleri,bekledikleri cevap "iyi..."den ibaret. Ama şimdi cevabı vereyim burda... Kıbrıs bazı yönleriyle iyi gibi görünebilir örneğin alkol ucuz her şeyden uzaktasın falan filan ama ben her şeyden uzak olmak istemiyorum ki zaten oraya gelen çoğu insan artık ailesinden kurtulduğu için sevinir benim sevinmem için pek bi durum yok zaten bana pek karışan olmaz o kadar... O yüzden bütün o iyi gibi görünen yanlar kötü geliyor bana... Bir de şu var Magosa'ın küçüklüğünü İstanbul'a gelince daha çok anladım burda sokaklar insan kaynarken orası Meksika gibi oluyor ve ben insan görmeyi seviyorum...

Konuyu bağlıyorum şimdi uzattım belki de(bu benim blogum uzun bulduysan okuma bana ne) aynı dostum(yukarıda bahsi geçen) bana şöyle demişti aynı zamanda; "kıbrıs senin seçimin..." Evet,bu benim seçimimdi ve evet kendi seçimimden memnun değilsem telafisi kimin elinde? Evet doğru kişi;ben!

Ne diyordum?Kısa vadede odağım ne benim? İstediğim hayatı yaşamak zannedersem... İstediğim hayat için uğraşmalıyım başka bir şeyi çin değil...Hayatımı baştan değiştirip yola koymak için...

Elveda city of dreams,eyvallah kuzen tüm animeler ve misafirperverlik için ve eyvallah Ata ve Özgür Alper her şey için...

Cumartesi, Ocak 20, 2007

"bilirsin pek inançlı biri değilimdir...
ama eğer oradaysan duy bunu...
gelmeden önce buraya çok günah işledim,
ve gittiğim yerde bir o kadar daha işleyeceğim...
eğer gerçekten oradaysan duy beni...
ve günahlarımı bağışla...
beni bir çocuğun masumiyetine geri döndür...
yalvarırım..."