Pazar, Ocak 20, 2008

Little Miss Sunshine...

Little Miss Sunshine... Son zamanlarda belki de izlediğim en iyi filmdi... Bana birkaç tane dyguyu ard arda bu kadar iyi hissettirebilmiş bir film şu an hatırlayamıyor bile olabilirim... Amacım tabi ki filmi burda anlatmak değil, sadece duyguya giriş için, biraz filmden bahsetmem gerek...

Bir aile düşünün, baba bir sürekli kazanma manyağı, ne kadar hep kazanan olmaya çalışsa da, kazanma hırsı onu kaybeden yapıyor. Bir oğul, 15 yaşında ve yaşının getirdiği tüm ağırlığı en sert şekilde yaşıyor. Bir anne, aileyi toplamaya çalışan ve sürekli sigara içen. Bir büyükbaba, uyuşturucu bağımlısı ama sevgi dolu yaşlı bir adam, bir amca, eşcinsel bir akademisyen, henüz intihar edip, ölmeyi becerememiş olan ve son olarak da bir kız çocuğu, henüz yedi yaşında... Tek isteği California eyaletinde küçük kızlar için düzenlenen "Little Miss Sunshine" güzellik yarışmasını kazanmak... Kırılmanın eşiğindeki bu aile yaklaşık bin mil öteden yola çıkıyor, eski bir minibüsle, yalnızca küçük kızları Olive'in hayalini gerçek kılabilmek için...

Ve bu insanlar uzun yollarında aile'nin, gençliğin, hayallerin ve çoğunlukla da yaşamın ne olduğunu öğreniyorlar... Aslında anlatıp isteyip de anlatamadığım o kadar çok şey var ki... Filmden bir diyalog karalarım belki, olur o zaman...

...
Dwayne(oğul): Bazen 18 yaşıma gelene dek uyumayı diliyorum... Bütün bu saçmalıkları, liseyi ve her şeyi geçmeyi...

Frank(amca):Marcel Proust'u biliyor musun?

D:Hakkında ders verdiğin adam?

F:Evet, Fransız yazar, tam bir kaybeden... Asla düzgün bir iş edinememiş, karşılıksız, eşcinsel aşkları olmuş... Kimsenin okumadığı bir kitap için neredeyse 20 yıl uğraşmış... Ama aynı zamanda muhtemelen Shakespeare'den sonraki en büyük yazardır... Her neyse, hayatının sonuna gelir, geçmişe bakar ve en çok acı çektiği senelerin hayatının en güzel seneleri olduğuna karar verir... Çünkü o yıllarda kendini bulmuştur... Mutlu olduğu yıllar tamamen boşa gitmiş, hiç bir şey öğrenememiş... Yani 18 yaşına dek uyursan, ah, kaçıracağın acıları bir düşün! Yani lise... Lise, senin en iyi acı çekme yıllarındır! Bundan daha iyi acı çekemezsin...

D:Biliyor musun ne var? Güzellik yarışmasını sikeyim! Hayat zaten bir biri ardına takip eden bir güzellik yarışmaları bütünü... Okul, üniversite ve sonra iş... Sik bunu... Hava Akademisini de sik... Eğer ben uçmak istersem, bir yolunu bulurum! Sevdiğin şeyi yap ve gerisini siktir et!
...

Bu aslında filmde insana bir şeyler anlatmayı başaran bir sürü kareden yalnızca biri... (Bir de filmin sonu var ki, işte o her şeyi anlatmayı başaran, ağlatan kare)

Filmi izledikten sonra oturdum düşündüm, zaten saat bu saat olmuş, kendime bi çay koydum ve dedim ki aynen Dwayne gibi, "I hate everyone..." Evet an itibariyle herkesten nefret ediyordum... Ama düşününce, hayat da sevmeye değer olgular da vardı, sevmeye değer üç beş tane insan... Midemi kaldırmayan üç beş tane insan sadece... Daha da az sayıda olgu... Ve çekilecek daha çok acı vardı... Önümdeki yola baktım da, daha şimdiden şikayet etmeye başlamışım, aslında çekilecek daha çok acı vardı... Sonra da dedim ki yine Dwayne gibi, "Sik hepsini, sevdiğin şeyi yap ve gerisini siktir et!.." Kendime geldim, baktım, uykum gelmiş...

Ve gecenin şu saatinde yanımda amcam olsun istedim, babam olsun... Evin yıkılmamış ve yerine yenisi yapılmamış küçük balkonu olsun... Ben hayata küfür eden 15 yaşındaki ben olayım, onlar da eski onlar... Sonra Ece arasın, trip yapsın... Annem arasın, akşam yemeğine çağırsın ama babamların bar önerisi ondan daha çekici geldiği için Ece niye annenlere gitmedin diye tekrar trip yapsın... Olmaz mı? Galiba bir kaç kısmı dışında olmaz ya... Siktir et hepsini... Daha çekecek çok acı var...

Hiç yorum yok: