Salı, Kasım 03, 2009

Lucid

4.30 Mide sancısı. Uyanış.

5.30 Yatakta kıvranış, bir sürü gerçek mi rüya mı olduğunu ayırt edemediğim görüntü kafamın içinde,gözlerim kapalı,pencerenin önündeki turuncu ışığı göremiyorum ama orada olduğunu biliyorum. Kötü şeyler olmak üzere. Çok geç, oluyorlar ve kafama birer birer saplanıyorlar. Superman bu gece uçamayacak.

6.00 Aynı görüntüler kafamın içindeler, gözlerimi açamıyorum. Uyumaya çalışıyorum. Gözlerimi açıyorum. Işık orada. Ortalık aydınlanıyor. "Başka bir sabah olmalıydı" diyorum, "bambaşka bir yerdeki bambaşka bir sabah, bambaşka bir günışığının aydınlattığı bambaşka kokan bir yerde". Gözlerimi kapatıyorum, ağrıyorlar. Görüntüler kayboluyor.

6.30 Gözlerim artık açık. Beyaz çarşaf, beyaz yorgan, beyaz yastık. Hepsi bembeyaz. Ne de olsa yarın gelip değiştiricekler. Sürpriz. Yine beyaz olacak. Görüntüler tamamen kayboldu, olmalarını istediğim gibi. Bana başka bir yaşamı hatırlatıyorlar. Hava tamamen aydınlık. Son kez kafamı yastığa gömüyorum, yorganı atıp soğuğu karşılıyorum ve aynı sözleri tekrar ediyorum; "başka bir sabah olmalıydı, bambaşka bir yerdeki bambaşka bir sabah".

7.00 Kahve vakti. Kafein bağımlılığı. Elim olması gerekenden daha fazla kahveye ve şekere gidiyor. Durdurmaya çalışmıyorum. Su ısıtan dünya dışı alet inanılmaz sıkıcı sesler çıkarıyor, yanına çöküp bekliyorum. Son nefesini veriyormuş gibi son gürültüsünü yapıp duruyor. Birkaç dakika sonra alışık olduğum sıvı boğazımı yakıp mideme doğru kısa bir yolculuk yapıyor. Sonraki safha; aynayla karşılaşma. Yüzümü yıkıyorum, suyun tadı kötü, iyi olması da gerekmiyor. Diş fırçası, nedense diş macunu tadının üzerine kahve içmekten zevk alıyorum. Sakallarımı kesmek falan gibi komik düşünceler geçiyor aklımdan, ışığı kapatıyorum.

7.30 Yorgunluk. Şimdiden kendimi gelmekte olan gün için yorgun hissediyorum. Ne dedikleri pek de umrumda değil, yorgunum işte. Dolabı açıyorum. Ceket, pantolon, iç çamaşırı, çorap, tişört. İç çamaşırı da tuvalete lavabo demek gibiymiş. Boxer işte. Oturup kahveye devam ediyorum, yorgunluk hissi gitmiyor. Başka bir sabah olsaydı ya da başka bir yer; aslında her ikisi de, olmayabilirdi belki. En azından böyle düşünmek beni mutlu ediyor. Düşüncelerimi bir kenara itmeye çalışıyorum, gitmiyorlar. Çok sevdiğim beynimin belirli başlı bazı şeyler karşısında aciz kalması beni her zaman şaşırtıyor.

8.00 Gözlüklerimi takıp dışarı çıkıyorum. Cool olmaya çalışmıyorum aslında. Kışın en güzel yanının ceketler ve kocaman gözlükler olduğunu söyleyen birisi vardı bir zamanlar. Kulağa güzel geliyor. Ama gözlerim ağrıyor, bunun da ötesinde gözlerimi kendime saklamak istiyorum, ifadesiz kalsınlar istiyorum, görünmezlerse ifadesiz olurlar değil mi? Yürüyorum, aynı yollar, onlar da ifadesiz, sert, sıkıcı. Tüm dünyadaki her sabah yürünen yollar böyle mi acaba? Aksini düşünmek istiyorum; böylesi beni mutlu ediyor. Burası böyle olmalı sadece, başka bir yer olmamalı. Başka insanlar başka yerlerde benim zevk almak istediğim şeylerden zevk alıyor olmalı, burada zevk almadığım şeylerden zevk alan insanlar gibi değil. O insanlar bana benziyor işte. Hemen hemen hiç birinin varlığından haberdar olmasam da orada olduklarını bilmek beni mutlu ediyor. Orada bir yerde güzel insanlar var. Yıldızlar kadar uzaklar ve bazıları her gece kayıyorlar. Gerizekalının teki otomobiliyle yanımdan geçerken su sıçratıyor. Uyarayım, böyle durumlarda çok çeviğimdir. Küfür etme konusunda. Hayatında bir değişiklik yapmıyor, arabadan inmiyor mesela. Düşüncelerime geri dönmem bir iki saniyemi alıyor sadece. Tekrar beynimin kutuplarındaki yalnızlık kaleme dönüyorum. Düşünmeye devam ediyorum. Başım ağrıyor. Yorgunum demiştim. Başımı kaldırıp gökyüzüne bakacakken tam Faculty of Mechanical Engineering yazısını görüyorum. Başka bir sabah olmalıydı.

8.30 Çevremdeki insanlar arkadaş canlısı davranıyorlar. İnanılmaz yetenekliler aslında. Bir kız not istiyor, iki dönem öncesinden tanıyor olmalıyım, adını çıkaramıyorum. Bir çocuk gelip yanıma oturuyor, bahis oynamış,para kazanamamış,anlatıyor, kafamı sallıyorum, kahvemi içiyorum, ben de çok yetenekliyim sanırım. Bir başkası arkadan omzuma dokunup haftasonunu soruyor, standart cevaplar veriyorum. Hoca içeri giriyor. Hiç bir şey söylemeden bilgisayarını açıp slideları duvara yansıtıyor ve konuşmaya başlıyor. Her söylediği sözde başka yerlere gidiyor kafam, başka şeyler düşünüyorum. Akşam bir şeyler içmeye mi gitsem? Böylesi daha iyi olacaktır sanırım. Kendimi "eskitmek". Fena fikir değil.

9.30 Hoca quiz yapacağını söylüyor ve kağıtları dağıtıyor. Kalemim olması gerektiği gibi. İsmimi yazıyor, numaramı yazıyor. Sorulara bakıyorum. Cevapları biliyorum, biraz düşünmem yetiyor, düşünmekle bile uğraşmadan yazıyorum. Yanımda oturan aynı çocuğun gözleri kağıdımda, inanılmaz başarılı bir şekilde yazdıklarımı geçiriyor kendi kağıdına. Görmemiş gibi davranıyorum, birkaç dakika bitirsin diye bekleyip kalemi cebime koyuyorum. Hocaya "iyi günler" derken dönüp gülümsemiyor bile.

Tekrar yürümeye başladığımda hala yorgunum, düşüncelerim geri geliyor. Bir şeyler yesem mi? Aslında fark etmez. Mide sancısı,tekrar,bu binanın kantini nerde diye düşünüyorum çok kısa bir süre, elim cebime gidiyor; kahve bozuklukları. Güneş biraz daha yükselip de gölgemi biraz daha büyütürken kitaplarım kolumda ağırlaşıyor, gözlerim kısılıyor, midem fenalaşıyor, küfürlerim sertleşiyor, kendimi o ucuz çizgi romanlardaki aksi karakterler gibi hissediyorum. Eve geldiğinde ucuz parfüm ve kalitesiz viski kokan. Öyle olmadığımı biliyorum aslında, yine de olsam ne fark eder ki? Devam etmeye karar veriyorum, yapacak başka bir şeyim olmadığı için, bu başka bir sabah,başka bir gün veya başka bir gün ışığı olmadığı için. Adımlarım birbirini takip ediyor. Düşünmekten vazgeçmeye çalışıyorum. Hayal kurmaktan da öyle. Artık sırtımda birer kırbaç gibiler;tüm hayallerim. Bir zamanlar beni motive ederken şimdilerde sırtımda yepyeni yaralar açan. Derin bir nefes alıp biraz çam,biraz egzoz gazı kokan havayı içime çekiyorum. Kulağımı insanların alışılmış gürültüsüne kabartıyorum ve devam ediyorum.

Bambaşka bir yerde, bambaşka bir sabah olmalıydı aslında bu.

Hiç yorum yok: