Tam dünyanın ucunda durdu çocuk. Aşağı bakmaya cüret edemezdi, yukarıya hiç... Sadece durdu öylece çocuk... Abaküsler vardı aklında, alfabeler vardı... Ön sırada oturan saçları örgülü kız vardı... Yeni ayakkabıları vardı, tertemiz pasparlak ayakkabıları... Şimdi çamurla kirlenmiş ayakkabıları... Bacakları vardı aklında... Bembeyaz, rüzgarda koşan bacakları... Şimdi yaralarla parçalanmış bacakları...
Dünyanın tam da ucunda durdu çocuk... Üstündeki kazağı vardı aklında... Annesi gibi kokan kazağı... Onu koklarken gözlerini kapatırdı hep ama şimdi gözlerini kapatmaya cesareti yoktu... Hele açmaya hiç... Gözlerini kısıp güneşe bakarken gelecek vardı çocuğun aklında... Ama ne geleceği düşünmeye mecali vardı, ne de geçmişi hatırlamaya... Hele bugünü yaşamaya hiç...
Dünyanın ucunda dururken düşündü çocuk... Aklında büyük büyük insanlar vardı... Onu görmeyen insanlar, bir yerlere koşan insanlar, çirkin insanalr, güzel insanlar, iyi insanlar, kötü insanlar... Hiç birinin peşinden gitmeye niyeti yoktu çocuğun, yerinde durmaya hiç...
Dünyanın ucunda durdu çocuk... Aklında binlerce olasılığın en olmazı vardı belki... Binlerce yolun en çıkmazı... Dünya neydi ki zaten? Dünya onun için ne biçimdi? Tüm yollar Roma'ya çıksa onun için ne fark ederdi? Evinin arka bahçesine çıksa ne fark ederdi? Yüzünü buruşturdu çocuk...
Kendi diyarında bir kraldı çocuk... Savaşçıların en heybetlisi, yiğitlerin en yiğidi... Kendi diyarında bir kraldı o... Kendi hayallerinin kahramanıydı... Düyanın ucunda bir kraldı çocuk, belki de bir dilenciydi... Aslına baktığımızda onun için ne fark ederdi ki?
Ellerini açıp ellerine baktı çocuk... Kirli ellerine baktı... Annesi onu böyle görse ne derdi? Hayır, görmemeliydi, hemen soktu ellerini cebine...
Tanrı'nın sınırlarında durdu çocuk, tam dünyanın ucunda, evinin bahçesinde, yakıcı güneşin karşısında durdu... Ağzını açtı bağırmak için, sesi çıkmadı... Denemekten vazgeçti çocuk... Belki de geçmedi ama hiçbirimize söylemedi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder