Gözlerim doluyor...
Hani duman gözlerine girer ve karartır ya görüşünü, yaşlar akıtır gözünden, öyleyim işte... Tüm hayatını boşa yaşamış gibi hissedersin ya, öyle işte...
Gitme vakti tekrar geliyor... Tekrar kalkıyoruz ayağa... Bilinmeyen ufka bir kez daha bakıyoruz, serdümen yerine koşuyor, güverteyi temizleyen tayfa bırakmış işini herkes daha önemli işlerin peşinde, yelkenleri çekiyorlar, topları dolduruyorlar, ve ben ağzımda pipo, sırtımda papağanım 7 denizin gördüğü en sert kaptan gibi gözüken ben, ah lanet olsun, cehennem gibi korkuyorum yine... Ve son olarak gözleri keskin olan tayfalardan biri kartal yuvasına çıkıyor ve demir alıyoruz... Titreyen ellerimi gizlemek için tayfadan ceplerime sokuyorum, yola çıkıyorum...
Bir hikaye yazmadım, hissettiklerimi yazdım. Hayata karşı ne kadar cesur, hırslı gözüksem de o kadar korkuyorum ki, o kadar endişeliyim ki. Ne kadar hazır gözüksem de, o kadar eksik hissediyorum. Belki de Ece haklı; çok fazla endişeleniyorum, çok fazla düşünüyorum, çok fazla hesap yapıyorum, defalarca senaryoları oynuyorum kafamda, defalarca karar verip hırs yapıp deflarca vazgeçiyorum. Ve artık o kadar yoruldum ki... Bir anlık bir rahatlık, koskocaman fırtınanın içinden altın güneşin ve masmavi gökyüzünün altına çıkış hissini o kadar özledim ki... Nedense o an hiç gelmiyor bu sıralar... Fırtınanın içinde serdümene, tayfaya bağırıp duruyorum...
Eğer bu gemi bir gün batarsa tek sorumlusu ben olacağım, daha bu sorumluluğu alırken biliyordum aslında sonuçlarını. Ve eğer o uzak topraklara, vaad edilmiş topraklara ulaşırsam da bunu yapan ben olacağım yalnızca ben.
Bir yanda korumaya çalıştığım benliğim diğer yanda hayallerim, ulaşmak için her şeyi yapacağım vaad edilmiş topraklar... Macchiavelist bir insanım ben. Ve Macchiaveli'nin tek yasası vardır; hedefine götüren yolda, her şey mübahtır. Ben ruhumu, beynimi, her şeyimi çoktan buna adadım zaten. Ama kendime ruhumun ve beynimin bir köşesinde bir tane tüm gözlerden uzak, kimsenin dokunmaya gücünün yetemeyeceği bir köşe sakladım. Ölmemek için, her şeyi yitirmemek için, kaçmak için. Ruhumun bir yerinde ufacık bir nokta, bir kaç kişi dışında kimsenin bulmaya cesaret edemeyeceği, denese bile bulamayacağı bir nokta sakladım. Ölmek üzereyken son nefesimi yanlarında vermek isteyeceğim insanları alacak kadar büyük olan, küçücük bir yer yarattım, ölmek için gidebileceğim bir yer yaptım kendime. İşte bu boktan dünyanın, batan yaşamın tüm pisliği boyumu aştığında, ruhum o kar beyazlığı kaybettiğinde oraya sığınıyorum ben. Gidip annemin dizlerine yatmak gibi, bir meleğin kollarında ister istemez uyuyakalmak gibi... Baban işten gelince boynuna sarılıp omzuna vurmak gibi, eve sağlam döndüğün için müteşekkir olmak gibi, kazandığın parayı harcayamamak gibi, yüzünü en yakın dostunun omzuna gömüp tişörtünün ıslanmasını göz ardı etmek gibi... İşte tüm bu insana has duygularımı kaybetmemek için, içimdeki canavara teslim olmamak için içimde yarattığım o küçücük mekana gidiyorum ben. O canavarın asla ulaşamayacağı yere gidiyorum. Bırak dinmeyecekse fırtına dinmesin...
Bırak gelsin kocaman dalgalar, Tüm o hesapların, boğuşmanın içinde ben, bu geminin tek kaptanı dünyayı kurtarmak için oraya gidiyorum. Bırak kim ne derse desin, beğenmesinler bizi, inanmasınlar, sevmesinler, fındık kabuğu kadar gemimin içinde denizler aşmaya çıkıyorum ben. Evim çok geride artık, kaybolan bir sayfa günlüğümün ta en başlarından kalan. Evim çok uzaklarda artık, yalnızca uyanınca hatırlayamadığım rüyalarımda bir görünüp bir kaybolan. Ve ben şimdi çok uzaktayım... Nerede miyim? Kim bilir? Belki kilometreler kadar uzakta, belki milimetreler kadar yakında. Belki ruhumun içinde kendime yaptığım küçük yerdeyim, belki gemimin kaptan kamarasında gidiyorum ya da belki evimdeyim, çoktan yitirdiğim. Bırak gelsin kocaman dalgalar, bırak dinmeyecekse fırtına hiç dinmesin... Omuzlarım dik, çenem yukarıda. Bırak tuzlu gözyaşların delsin kalbini... Bırak gelsin hayat, bırak dinmeyecekse fırtına hiç dinmesin...
Korksam da endişelensem de ihtiyacım olan tek şey var, ondan gayri bırak dinmeyecekse fırtına, iliklerine kadar gelsin, hiç dinmesin... İhtiyacım olan tek şey, ruhumun içinde tek bir nokta, gölgelerden bir gölge, karanlıktan bir ses işte, o kadar....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder